Amerikan karşıtlığı

Azınlıkça
Sayı:38
Haziran 2008

Proto Thema gazetesi, ard arda üç sayı ABD’nin Selanik Başkonsolosu’nu diline dolayıp durdu, Trakya’da Amerika’nın ne denli “tehlikeli” işler çevirdiğini belirterek. Gazetenin ABD Selanik Başkonsolosluğu’nu, “Trakya’da Türk azınlığı ihdas etmekle” suçladığı bir dönemde, azınlık basınındaki kimi odaklar da aynı ABD Başkonsolosluğu’nu, Trakya’ya gelip “Pomak Derneği’ne vermiş olduğu destekten” dolayı eleştiriyordu. Güler misin, ağlar mısın!

Yunan Gözlemevi (The Hellenic Observatory) Eylül 2007’de Dr. Stelios Stavridis’in bir çalışmasını yayınladı. Yunanistan’daki Amerikan karşıtlığının arka planını ve halkın başta 11 Eylül olmak üzere Afganistan ve Irak konusunda Amerika ile ilgili gösterdiği tepkiyi analiz eden çalışma oldukça yararlı bir kaynak.

Stavridis, Yunanistan’daki Amerikan karşıtlığının 1960-1970 arası dönemdeki askerî cunta idaresi ve özellikle 1974’te Türkiye’nin Kıbrıs’a düzenlediği askeri harekâtla kemikleştiğini belirtiyor çalışmasında.

Stavridis’in çalışmasından aktarmak istediğim kısa kısa birkaç tespit var.

  1. İstisnalar olsa da, 11 Eylül terör saldırıları ardından, Yunanistan diğer Avrupa ülkelerinden farklı tepki göstermiştir. Konu hakkında Yunanca yazılmış zengin literatür bulunmaktadır. Bu zengin literatürü özetlemek gerekirse ünlü bir kitabın «Καλά Να Πάθουν» “canıma deysin” başlığını kullanmak yeterlidir. Buna mukabil, az sayıdaki eleştirmenlerden biri olan Vasilakis ise “Taliban” kelimesinden esinlenerek türettiği “Helleban” kelimesini kullanarak tepkisini göstermiştir.
  2. Trakya’daki Müslüman azınlık temsilcileri, ayrıca Arnavut, Pakistanlı, Afgan, Iraklı ve İranlı kayıtdışı göçmenlerin temsilcileri de dahil olmak üzere, Yunanistan’daki bütün Müslüman toplum temsilcileri 11 Eylül saldırılarını insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak belirtmiş ve kınamışlardır. Fakat aynı zamanda Amerika’nın masum sivillerin de ölümüne yol açan Afganistan’daki bombalamalarını eleştirmişlerdir.
  3. 1999’daki Kosova savaşına Yunanistan’ın gösterdiği tepkiler Amerikan karşıtlığının ne denli bilinçaltına işlemiş olduğunu göstermektedir.
  4. Yunanistan’daki Amerikan karşıtlığı ile ilgili günümüzde sağ ile sol görüş arasında öyle âhım şâhım bir farklılık yoktur.

16.09.01 tarihli Eleftherotipia gazetesindeki bir ankete göre Yunan halkının %25’i 11 Eylül saldırılarını adaletin bir tecellisi olarak değerlendirmektedir. Bu görüşte olanlar tuttukları siyasî partilere göre tasnif edildiğinde: %19.2’si ND’li, %25.2’si Pasokçu, %34.6’sı Sinaspismos taraftarı ve %36.4’ü de KKE’lidir. Görüldüğü gibi siyasî görüşler ne olursa olsun 11 Eylül olayları hakkındaki düşüncede ciddi bir fark gözlemlenmemektedir. Yunan gençlerinin %93.2’si George W. Bush hakkında negatif düşüncelere sahiptir.

  1. 2003 yılında Irak’a düzenlenen saldırı Amerikan karşıtlığını bir kez daha güçlendirmiştir.
  2. Yunan elitlerinin ve kimi devlet yetkililerinin söyledikleri ile yaptıkları arasında büyük bir çelişki vardır.

Meselâ, bunca eleştiri yöneltilen ABD’ye Girit’teki askeri üs için kullanım izni verilmiş, Kosova’daki Amerikan kuvvetlerinin yerini almak için güç gönderilmiş, Körfez Savaşı’na devriye amaçlı kullanılmak üzere bir adet savaş gemisi tahsis edilmiştir.

Yani, halkın düşüncelerini okşayan popülist yaklaşım ülke içinde sürdürülürken, Avrupa Birliğinin ve Nato’nun güvenilir bir üyesi olarak dışarıda yapılması gerekenler de yapılmıştır.

Dr. Stelios Stavridis’in tespitleri bunlarla sınırlı değil elbette, size aktarabildiklerimden çok daha açıklayıcı ve doyurucu bir çalışma. Okunmaya değer.

1920 -1936 arası Batıtrakyalı azınlık milletvekillerinin tam listesi

Azınlıkça
Sayı:38
Haziran

Yunan Gözlemevinin insiyatifinde düzenlenen “1940’lı yıllarda yaşanan iki savaş arasında yerel halklar” adlı sempozyum 6 Haziran Cuma günü Gümülcine’de gerçekleştirildi. Konu ilgi çekici ve eğiticiydi gerçekten. Konuşmacılar önemli ve tarihî olayları aktardılar sunumlarında. Bilmediğim şeyler öğrenmenin mutluluğuyla salondan ayrılırken karar verdim, uzun zamandır yayınlamak istediğim bir dosyayı geciktirip duruyorum, tamamlayamadığımdan ve bu arada pek çok başka uğraş ve ilgisizlikten dolayı kenarda beklettiğimden ötürü. Bahsettiğim dosya bugüne kadar Batı Trakya’dan seçilmiş bütün azınlık milletvekillerinin listesi, dedim ya, eksik ve akademik bir çalışma değil. Buna rağmen bir kısmını aktaracağım bilgiler umarım pek çok araştırmacının faydalanabileceği bir kaynak olur.

1920-1936 arası Yunanistan Millet Meclisi’ndeki azınlık milletvekillerini sizlere aktardığım liste ile ilgili birkaç küçük ayrıntı vereyim. Batı Trakya bölgesi, seçim kanunu gereği bazen tek bir seçim bölgesi olarak addedilmiş, bazen de Rodop ve Evros illeri olarak ikiye bölünmüştür. Ayrıca belitmek lâzım, 1920-1936 tarihleri arasında Rodop ili, Gümülcine ve İskeçe vilayetlerini kapsamaktaydı. Listede Trakya milletvekili olarak bahsedilenler, Rodop, Evros ve İskeçe’nin tek seçim bölgesi olarak kabul edildiği dönemde milletvekili olmuş kişilerdir. Liste alfabetik sıraya göredir, tarihe göre değil.

1920 -1936 arası dönem

  1. Abdürrahim Oğlu Hasan Bey. 1880 doğumlu, çiftlik sahibi. 02.10.1921’den 21.09.1922 tarihine kadar 3. Millet Meclisi’ne Rodop milletvekili olarak seçiliyor. 25.09.1932 tarihinden 24.01.1933’e kadar Elefterios Venizelos’un Fillelefteri “ΚΦ” (Liberal) Partisi’den üçüncü dönem Trakya milletvekili olarak meclise giriyor. Son olarak 05.03.1933’den 01.04.1935 tarihine kadar Fillelefteri “ΚΦ” (Liberal) Partsisinden 4. dönem Trakya milletvekili olarak meclise giriyor.
  2. Ahmet Hismet. 31.03.1921 tarihinde Evros milletvekili olarak Yunan Meclisi’ne giriyor
  3. Ali Rıza Bey. 1870 doğumlu, çiftlik sahibi. 2. dönemde Trakya milletvekili olarak Fillelefteri “ΚΦ” (Liberal) Partisi’nden Meclis’e giriyor.
  4. Ârif Hafızzâde Ârif. 03.07.1921 tarihinde 3. Millet Meclisi’ne Rodop milletvekili olarak seçiliyor.
  5. Demirzâde İbrahim Bey. 1902 doğumlu, çiftlik sahibi. Fillelefteri “ΚΦ” (Liberal) Partisi’nden 4. dönem Trakya milletvekili olarak Meclis’e giriyor.
  6. Emin Beyzâde. Evros milletvekili olarak Meclis’e giriyor. (Tarihi not etmemişim)
  7. Fehmizâde Hasan Bey. Enosi Filleleftheron “ΚΕΦ” (Liberal Birlik) Partisi’nden 1. dönemde Rodop milletvekili olarak meclise giriyor ve 05.12.1927 tarihinde istifasını sunana kadar milletvekilliği görevini sürdürüyor.
  8. Hacı Ahmetoğlu Mestan. Rodop milletvekili olarak Meclis’e seçiliyor.
  9. Halif Karaçanlı. 1876 doğumlu, tütün tüccarı. 19.08.1928 tarihinde Fileleftheri “ΚΦ” (Liberal) Partisi’nden Trakya milletvekili olarak seçiliyor.
  10. Hamit Mehmet Bey. Evros Milletvekili olarak seçiliyor. (tarih kaydı düşmemişim)
  11. Hasan Ağazâde Mustafa. 1880 doğumlu, çiftlik sahibi. 16.12.1923 tarihli seçimlerde Rodop milletvekili olarak Meclis’e giriyor. 07.11.1926 tarihinde Enosi Filelftheron “ΚΕΦ” (Liberal Birlik) Partisi’nden 1. Dönem Rodop milletvekili olarak seçiliyor. 25.09.1932 tarihinde Fileleftheri “ΚΦ” (Liberal) Partisi’nden Trakya Milletvekili olarak seçiliyor. 05.03.1933 tarihinde yine Fileleftheri Partisi’nden 4. Dönem milletvekili seçiliyor.
  12. Mehmet Mustafa Enezli. 06.07.1921 tarihinde 3. Millet Meclisi’ne Evros Milletvekili olarak seçiliyor.
  13. Mehmetoğlu Hafız Salih. Fileleftheros “ΚΦ” (Liberal) Partisi’nden 21.04.1929 tarihinde Trakya Müslümanlarının senatörü olarak seçiliyor ve 18.04.1934 tarihindeki vefatına kadar bu görevini sürdürüyor.
  14. Mumcu Niyazi Hafız Haliloğlu. 1872 doğumlu ve tüccar. İkinci dönemde Trakya milletvekili olarak Fillelefteri “ΚΦ” (Liberal) Partisi’nden Meclis’e giriyor. 09.06.1935 tarihinde yapılan seçimlerde Halk Partisi’nden “ΛΚ” Rodop milletvekili olarak 5. Millet Meclisi’ne seçiliyor.
  15. Mustafaoğlu Mehmet. 09.06.1935 tarihinde yapılan seçimlerde Halk Partisi’nden “ΛΚ” Rodop milletvekili olarak 5. Millet Meclisi’ne seçiliyor.
  16. Osmanoğlu Hacı Hafız Ali Galip Osman. 1882 doğumlu, çiftlik sahibi. 01.11.1920 tarihinde Fileleftheri “ΚΦ” (Liberal) Partisi’nden 3. Millet Meclisi’ne Rodop milletvekili olarak seçiliyor. 07.11.1926 seçimlerinde Demokratik Birlik Partisi’nden “ΚΔΕ” 1. Dönem Trakya Milletvekili olarak seçiliyor. 19.08.1928 seçimlerinde Fileleftheri “ΚΦ” (Liberal) Partisi’nden 2. Dönem Trakya milletvekili olarak seçiliyor. 25.09.1932 seçimlerinde Çiftçi ve İşçi Partisi’nden “ΑΕΚ” 3. Dönem Trakya milletvekili olarak seçiliyor. 05.03.1933 seçimlerinde de Çiftçi ve İşçi Partisinden “ΑΕΚ” 4. Dönem Trakya milletvekili olarak seçiliyor. 21.01.1936’dan 04.08.1936 tarihine kadar ise Demokratik Sol Parti’den “ΔΣ” milletvekili seçiliyor.
  17. Salih Mehmetoğlu. Rodop Milletvekili olarak seçiliyor. (Tarih kaydı düşmemişim)
  18. Salihoğlu Hatip Salih Yusuf. 1895 doğumlu, bakkal. 25.09.1932 seçimlerinde Fileleftheri “ΚΦ” (Liberal) Partisi’nden 3. Dönem Trakya milletvekili olarak seçiliyor. 18.04.1934 tarihinde Demokratik Birlik Partisi’nden “ΚΔΕ” Trakya Müslümanları Senatörü olarak seçiliyor. 09.06.1935 tarihinde ise 5. Millet Meclisi’ne Halk Partisi’ndenΛΚseçiliyor.
  19. Şükrü Mahmudoğlu. 1876 doğumlu, tüccar. 07.11.1926 seçimlerinde Demokratik Birlik Partisi’nden “ΚΔΕ” 1. Dönem Rodop milletvekili olarak seçiliyor.

Yunanistan’da din dersi ve bu bağlamda inanç özgürlüğü

AGOS
Sayı:645
08.08.2008

Önemli bir haber hakkında yorumumuzu her zaman çok rahat bir şekilde yaptığımızı söyleyemeyiz. Kendi inanç sistemimiz, çevrenin ön yargılı tutumu, konu hakkındaki yetersiz bilgi ve erk odağı haline gelmiş yetkililerin söylemlerine karşı gerçeği ortaya koymak her zaman kolay olmuyor. İnsan haklarının korunmasında Avrupa değerleninin önemini anlatmak da bunlardan bir tanesi. Avrupa değerlerine karşı baştan önyargılı olan insanlara, insan haklarının korunmasında Avrupa’nın çağdaş anlayışını gösterebilmek, kendi etrafımıza ördüğümüz surları yıkabilmek hiç kolay değil.
Zorunlu din dersi uygulaması işte bu zor konulardan biri. Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin katılım sürecine ilişkin raporlarında konu edilen zorunlu din dersi uygulaması bilinen bir konu. Hatırlayalım: 2004 yılındaki ilerleme raporunda Alevilerin karşılaştıkları hukuksal zorluklara işaret edilmiş, bir Alevi çocuğun ailesinin zorunlu din eğitimi nedeniyle AİHM’ye başvurduğuna dikkat çekilmişti. Ardından ise Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu, 2005’te yayımladığı 3. Türkiye raporunda, Türk yetkililere din dersleri konusundaki yaklaşımlarını gözden geçirmelerini önermişti. Bu öneriler Türkiye’de o dönemde siyasiler tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Dönemin Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan sorumlu Devlet Bakanı, “Çocuklarımıza Müslümanlığın ne olduğunu öğretemeyecek miyiz?” şeklinde eleştiride bulunmuş ve diğer bir yetkili din dersleri uygulamasının “kendilerinin bileceği bir iş” olduğunu belirtmişti. Bir anlamda haklıydılar tabiî, tıpkı Yunanistan’da aynı gerekçelerle din dersinin zorunlu olmasını isteyenler gibi.
Peki ama ne istiyordu Avrupa “tutuculardan”? Bir ülkede geçerli olan dînî inanca göre devlet okullarında okutulan zorunlu din dersi uygulamasını inanç özgürlüğü çerçevesinde değiştirme talebi kolay kabullenilebilir değildi elbette. Ama dedik ya, kendi inanç sistemimize ters düşen bu uygulama ve Avrupa’nın reform talebi gerçekte doğruydu ve zaman içerisinde kısmî adımlar Türkiye’de de, Yunanistan’da da atıldı, atılacak, hem de muhafazakâr olarak adlandırılan hükümetler tarafından.
Türkiye gibi “laik” olmayan, anayasasında açıkça din devleti (Ortodoks Hristiyan) olarak belirtilen bir ülkede bu reformun yapılabilmesi hiç kolay değildir. Kendi inanç sistemine tamamen zıt bir görüşün gâlip gelmesi âdeta surları yıkmak gibi bir şey. Fakat sonuçta Avrupa değerleri sayesinde ve 33 yıllık bir gecikmeyle Yunanistan hükümeti konuya ilişkin reformu nihayet yaptı. Konuya ilişkin önemli gelişme geçen hafta yaşandı. Eğitim Bakanlığı, çocuğuna din dersi aldırmak istemeyen velilerin hiçbir gerekçe sunmadan bu hususu yazılı olarak okul yönetimine bildirmeleri durumunda din derslerinden muaf tutulacaklarını açıkladı. Daha önce de buna benzer bir uygulama geçerliydi, bir farkla ki, o da öğrenci velisinin din dersinden muaf tutulabilmek için bir gerekçe göstermesi gerekiyordu (Müslüman, ateist, Budist v.b. olduğunu söylemeliydi)
Tabiî, Lozan antlaşması çerçevesinde azınlık okullarına sahip olan Batı Trakya’daki Müslüman azınlık devlet okullarındaki Hristiyan öğretilerini içeren zorunlu din dersinin dışında bırakılmıştı. Fakat ya diğerleri? Din dersinden muaf olma hakkı, Lozan’da belirtilen Yunanistan’daki Müslim ve Türkiye’deki Gayimüslimlere mi ait bir haktı sadece? İnançsızlara veya diğer inançlara hiçbir gerekçe göstermeden din dersinden muafiyet sağlanamaz mıydı? Üstelik kendi inancını benimsetmek amacınının güdüldüğü bir din dersine, o ülkenin bütün yurttaşlarının katılımını zorunlu kılmak AİHS’nin ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddesine aykırı değil miydi? Bu derslerden muaf tutulabilmek için illâ başka bir inanca mensup olduğunu belirtmek neden gerekliydi?
İşte bütün bu sorunlar geçen hafta Yunan Eğitim Bakanı’nın okullara gönderdiği genelgeyle son buldu. Artık ortaokul ve liselerde öğrenci velileri hiçbir gerekçe göstermeksizin, sadece din dersine katılmak istemediklerini belirtecekleri bir dilekçeyle din dersinden, kiliseye gitme zorunluluğundan ve sabah ayinlerinden muaf tutulabilecekler.
Yunanistan’da kilisenin gücü çok fazladır, fakat kilise beklenen tepkiyi göstermedi. Çünkü öğrencilerin üniversiteye girişte istenen not ortalamasını yükseltmek için din dersini alacakları görüşü hakim kilisede. Selanik Mitropoliti Anthimos ise yeni karara en çok karşı çıkanlardan, “Yunan Anayasasında açıkça belirtilen dinimiz hakkında çocuklara verilen din dersi zorunlu tutulmalıdır” diyor.
Anthimos demesine diyor da, dünya değişiyor işte. Bütün yurttaşlarına eşit davranan devlet anlayışı, Avrupa değerleri sayesinde hem Avrupa’da hem de Birliğe üye olmak isteyen ülkelerde yeni açılımları şart koşuyor. Yeter ki önyargılarımızı artık rafa kaldırabilelim.

Türk Yunan ilişkilerinde Fransa’nın tutumu

EUROZAMAN
22.07.2008
http://www.eurozaman.com/euro/detaylar.do?load=detay&link=37396

Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy’nin önderliğindeki “Akdeniz için Birlik” zirvesi tamamlandı. Zirveye katılan Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis yaptığı açıklamada, projeyi ilk andan beri desteklediklerini belirtti, tıpkı diğer liderler gibi…

Nicolas Sarkozy ilginç bir lider. Katıldığı bütün toplantıları kişisel şova dönüştürmedeki mahâreti ile tanınan Sarkozy, daha yeni, 6 ve 7 Haziran tarihlerinde Yunanistan’daydı.

Sarkozy, üstlendiği Akdeniz projesinde Türkiye’ye gösterdiği sıcak yaklaşım bir yana, gerçekte Fransa her ortamda Türkiye’nin AB üyeliğini köstekleyebilecek müttefikler aramakta ve Fransa’nın gözünde Yunanistan bu iş için biçilmiş kaftan.

Hatırlatalım: Sarkozy, Fransız anayasasına “AB’ye üyelik için başvuran bir ülkenin nüfusu AB’nin toplam nüfusunun yüzde 5’inden daha çok olması halinde (kastedilen Türkiye’dir) referandum yapılır” hükmünü soktu. Oysa Yunanistan Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini destekliyor.

Türkiye’ye karşı tutumuyla sivrilen Fransız cumhurbaşkanının Yunanistan ziyaretini bu çerçeveden analiz edersek, Sarkozy Yunanistan’a yaptığı resmî ziyaret sırasında, pek az yabancı devlet adamına nasip olan bir imtiyazla, Yunan Meclisinde konuştu. Yunanlıların kulağına hoş gelecek şeyleri söylemeye özen gösteren Sarkozy, Fransa ile Yunanistan arasında kurulmasını istediği Yeni İttifak’a değinerek, Yunanistan’ı, AB, Akdeniz ve Balkanlar konusunda Fransız vizyonunun yanına çekmeye çalıştı. Sarkozy, gerek AB içinde gerekse geliştirmekte olduğu yeni Akdeniz Birliği’nde Yunanistan’ın genişletilmiş bir rolü olması gereğinden dem vururken, Yunan duyarlılıkları doğrultusunda, Kıbrıs’ın birleşmesi için çalışacaklarını, Kosova’dan hiç söz etmeyerek Sırbistan’ın AB perspektifini desteklediklerini, Makedonya ile yaşanan isim sorununda Fransa’nın açıkça Yunanistan’ın yanında yer aldığını söyledi. Ve belki de en önemlisi, Türkiye ile AB ilişkilerinde tam üyelik yerine “özel ilişki” istediğini bir kez daha yineledi.

Bir süredir Fransa’nın Türkiye aleyhinde Avrupa’da kulis yaptığı biliniyor. Bunun Yunanistan’da da yansımalarını görmek mümkün. Sarkozy’nin Yunan Meclisinde Türkiye ile ilgili çıkışından yaklaşık üç ay önce, Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen ilk açılımı gösteren dönemin başbakanı Kostas Simitis, İngiltere’de yaptığı bir konuşmada, PASOK partisinin ve kendi eski tezlerinin dışına çıkarak, Fransa’nın teziyle özdeşleşmiş ve Türkiye için AB’ye tam üyelik yerine, “imtiyazlı özel ilişki” statüsünü savunmuştu. O zaman bu farklılaşma, Yunanistan’daki Türkiye karşıtlarını sevindirirken, PASOK yetkililerini zor durumda bıraktı. PASOK, Türkiye’nin tam üyeliğini destekleme kararının geçerli olduğunu ve eski başbakanın kendi kişisel görüşlerini dile getirdiğini açıklamak zorunda kaldı. İktidar partisi ND de her fırsatta Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini desteklediğini açıklıyor zaten.

Sarkozy’nin Yunan Meclisinde konuşurken Türkiye’nin AB üyeliğine değinmesi, Yunanistan’dan bu konuda açık destek istediği şeklinde anlaşılmalıdır. Lafı uzatmaya gerek yok, Yunanistan’ın Türkiye’nin AB perspektifini desteklemesi Fransa’nın canını sıkıyor.

Sarkozy’nin Yunan Meclisinde konuşurken bile çekinmeden sergilediği popülist tutumuna bir örnek vermeden geçmeyelim: Konuşmasında Selanik Yahudisi olan dedesinin Yunan kökenine atıfta bulunmayı ihmal etmedi Sarkozy. Ve alkışlandı tabiî.

Fransa Cumhurbaşkanı, dedesinden bahsederken acaba o dönemlerde Selanik’in Osmanlı toprağı olduğunu ve atalarının İspanya’dan sürüldüklerinde yine Osmanlıların kendilerine sahip çıktığını unutmuş mu dersiniz!

Sarkozy’nin ev sahipliğini yaptığı “Akdeniz için Birlik” zirvesine, bir de bu gözle bakmak lâzım.

22 July 2008, Tuesday
EVREN DEDE

Beyza Bilgin Batı Trakya’ya neden getirildi!

Azınlıkça dergisi
Sayı:37
Mayıs 2008

Daha yeni, Türkiye’deki iktidar partisi hakkında kapatılma davası açılmadan hemen önce, Azınlık Yüksek Tahsilliler Derneği, Türkiyeli ilahiyatçı Beyza Bilgin’i Batı Trakya’ya getirdi; “Dinde kadının yeri” adlı konferansta azınlığı “aydınlatsın” diye...
Türkiye’deki iktidar partisinin kapatılma davasına esas teşkil eden sorun başörtüsü olduğuna ve AKP’nin kapatılma davasının (14 Mart 2008) hemen önünde (5 Mart 2008) Beyza Bilgin Batı Trakya’ya getirtildiğine göre, Beyza hanım kimdir, neden gelmiştir acaba, yorumlayalım.
Yüksek Tahsilliler Derneği’nin davetiyle gelen hanımefendi, ilahiyatçıdır ilahiyatçı olmasına da, yalnız bildiğimiz ilahiyatçılardan değildir. İslam âlimlerinin aksine başörtüsünün gerekli olmadığını savunan, “gururla” söyleyen, yazan, konferanslar veren ulusalcı kadronun uzman aydınlarından arasındadır kendisi. Beyza Bilgin’nin Yüksek Tahsilliler Derneği’yle örtüşen fikirlerinin kaynağı, pek meşhur olan hocası Dr. Neda Armaner’dir. Hani şu hukukta okurken ne olduysa bir anda zart diye ilahiyata transfer olan… Hani şu Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yayınlarından son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin adını kullanarak sahte isimle piyasaya sürülen o ilginç kitabı hazırlayanlardan olduğu söylenen… Hani şu Türkiye Milli Eğitim Bakanlığına Öğretmen okulları için “çağdaş anlayış” içinde din bilgisi kitabı üreten… Hani şu anda Türkiye Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenen Ali Babacan’ın halası Hatice Babacan’ı sırf başörtüsü takıyor diye zamanında üniversiteden kovan ve bunu iftiharla anlatan Armaner.
Osmanlı’nın son Şeyhülislâm’ı Mustafa Sabri Efendi Batı Trakya’yı da şereflendirdiğine göre şu sahte kitap işini biraz açalım. İlahiyat gibi bir kurumun çatısı altında çalışan, İslam’ı ve güzelliklerini öğretmekle mükellef Armaner, kendi yazdıkları kitabı, kitabın basıldığı tarihten on yıl önce vefat eden Osmanlı’nın son Şeyhülislamı Mustafa Sabri yazmış gibi gösteren “yüksek tahsilli”lerden olduğu söylenir.
Başörtüsü takıyor diye Babacan’ın halasını üniversiteden kovan “yüksek tahsilli” Armaner’in talebesi ve izdüşümü ise Beyza Bilgin’dir. Başörtüsü takmaz Bilgin. Aksine başörtüsü takanlara uyuz olur, tıpkı hocası gibi. Bakınız Beyza Bilgin’in beyanatlarıyla ilgili Türkiye basınında yer almış birkaç örnek sıralayalım:
9 Mart Pazar günü Bakırköy Kadın Meclisi’nce Yunus Emre Kültür Merkezi’nde düzenlenen “İslamiyet’te Kadın” adlı panelin açılışındaki sinevizyon gösterisinde başörtüsüz kadınlar çağdaş, başörtülü ve çarşaflılar ise Türkiye’nin karanlık yüzü olarak lanse edildi. Panelde söz alan konuşmacılar, “karanlığın farkında mısınız?” uyarısında bulundu. Prof. Dr. Beyza Bilgin , başörtüsünün namaz gibi dinin bir emri olmadığını; ancak güvenlik gerekçesi ile uygulamaya geçtiğini öne sürdü.”
*
Beyza Bilgin isimli, sözde ilahiyat profesörü, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “Başörtü dinin emri midir, değil midir tartışmasında, son söz Diyanet’indir” açıklamasına karşı çıkmış! “Başörtü Allah’ın emridir diye, Diyanet de söyleyemez. Devlet bir görüşü dayatamaz” demiş. Peki Bilgin hanım, diyelim ki, Diyanet , “başörtü Allah’ın emridir” görüşünü veremez, bu görüşü sizin ifadenizle dayatamaz! Peki küçücük bir dürüstlük kırıntısı varsa söyleyin, devlet, insanlara başı açıklığı dayatabilir mi? Başı açık olmak gerekir diyebilir mi? Söyleyin ki, sizin gerçekten bilim adına konuştuğunuza karar verelim…
*
Beyza Bilgin, Türkiye`nin içinde bulunduğu konumu, türban ve şeriat hakkındaki düşüncelerini AKŞAM`a yorumladı. Akşam gazesesi:: Sizce üniversitede türban takabilmeliler mi? Beyza Bilgin: Bu şartlar altında hayır.
*
Hürriyet gazetesi’ne (21.09.07) Beyza Bilgin demiş ki: “Türban yasağının uygulanmadığı 1988”de fakültemize giren kızların hepsi başörtülü idi..” Dikkat isterim; Beyza Bilgin”in “fakültemiz ..” dediği fakülte, bir üniversitenin bale bölümü değil, o üniversitenin ilahiyat bölümüdür! Başörtüsü Arap giysisiymiş, “Atatürk “ün çocukları” bunu giyemezmiş. (Hadi oradan sen de! Bay Rıza Kırlıdökme’nin fuları veya Bayan Hülya Emin’in kırmızı deri ceketi, Orta Asya’dan dört nala gelip Balkanlara bir kısrak başı gibi uzanan Türklerin giysisi midir Allah aşkına? e.d.)
Türkiye basınından alıntıladığımız bu birkaç haber sanırım Beyza Bilgin’in başörtüsü hakkındaki görüşlerini açıklamaya yeterlidir. Gerçi isterse mini etek giysin, jartiyer taksın, sütyensiz dolaşsın veya bikiniyle plajlara gitsin Yunanistan’da sorun olmaz Beyza Bilgin için. Çünkü başörtüsüne kafayı takan devlet tutumu Yunanistan’da olmadığı gibi, istenilen elbiseyi giymek de kamu kuruluşlarında serbesttir, biline...
Başörtüsü takmayan ve Kur’an’da böyle bir “şart” yoktur diye avaz avaz bağıran Beyza Bilgin’in Batı Trakya’ya getirtilmesi, AKP’ye açılan davanın hemen önüne denk düşünce insan işkilleniyor elbette. Acaba AKP’nin kapatılma davası öncesinde mâhir kadrolar tarafından Balkan ülkelerinde yaşayan diğer Türk azınlıklara da böyle “aydın” ilahiyatçılar gönderilmiş midir?
Acaba Türkiye’deki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın başörtüsü gibi “laikliğe aykırı” fiillerin odağı haline gelen AKP’nin kapatılması talebi öncesi AKP sempatizanı muhafazakâr Balkan Müslümanlarına ayar çekilmiş midir? Kimbilir! Yüksek Tahsilliler Derneği’nin son yıllarda Türkiye’den davet ettiği konuşmacılarda bariz şekilde görülen ortak payda, Avrupa karşıtlığı, ulusalcılık aşkı ve başörtüsüne karşı duruşlarıyla ünlü CHP kadrolarından seçilmiş olmalarıdır.
Eski bürokrat fakat her daim ulusalcı olan Mümtaz Soysal’ı Batı Trakya’ya bir kere çağırmakla yetinmemiş ardından bir kez daha çağırmış, hatta söylediği pek kıymetli açıklamalarını da kitap hâline getirmiştir Yüksek Tahsilliler Derneği. Oysa Beyza Bilgin daveti dahil bütün bu ulusalcı kadroyu bahse konu dönemde davet eden kişinin yani Yüksek Tahsilliler Derneğinin Başkanlığını üstlenen kardeşin hanımı başörtülüdür. Ne acınası bir durum değil mi? Dernek başkanı, kendi hanımının inancına saygısızca davranan ve türbanlı kadınların başlarını açmaları için mücadele veren zatı muhteremleri ha bire çağırmak, önlerinde saygıyla tazim etmek mecburiyetinde kalıyor! Eğer onlar gibi düşünüyor da ondan çağırıyordu ise, kardeşin durumu daha acınası, çünkü hanımının başötülü olması gerçeğinin sadece ve sadece Batı Trakya politikasıyla örtüştüğünü görmüyor demek!
Malûm Türkiye’de hanımı başörtülü diye görevden uzaklaştırılan o kadar çok insan var ki! Üzerimize vazife telakki ettiğimizden vurguluyalım. Başkanlığa elveda diyen kardeşin Gündem gazetesindeki köşesinde sürekli ve sürekli eleştirdiği Yunan yönetimine karşı da bir şükran borcu vardır. Çünkü Yunan devleti başörtüsünde Türkiye gibi bir tutum sergilememiştir, zaten sergileseydi nah başkan olurdu Yüksek Tahsillilere… Ama olsun, biz yine de değil mi ki azınlık derneğidir, o halde diyelim: çok iyi yaptınız çağdaş ulusalcı Beyza Bilgin’i, ve zamanında iki kez ard arda müzelik ideolojilerin savunucusu Cumhuriyet yazarı Mümtaz Soysal’ı Batı Trakya’ya çağırmakla.
Evet, Yüksek Tahsilliler Derneği çok iyi etmiştir. AKP’nin kapatılma davası arefesinde başörtüsünü yok sayan Beyza Bilgin’i Batı Trakya’ya çağırmış, el üstünde tutmuştur. Tabîî ilahiyat okuyup da başörtüsünü “yorum farkı” ile anlayamamış olmak kelimenin en hafif tabiriyle “nasipsizlik” olsa gerektir belki. Ama bunu söylemek de bize düşmez. Esas buna ses verecek, başörtüsü yoktur diyen “ilahiyatçılara” cevap verecek olanlar da yine Batı Trakya’daki “kıymetli” ilahiyatçılar olmalıdır. Bu arada konferans sırasında Gümülcine Seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif, “Beyza Bilgin’in kitaplarını, yazılarını uzun zamandan beri takip ettiğini ifade ederek ‘Öğrencilik döneminden bildiğim değerli hocamızın buralara gelip de değerli görüşlerini paylaşacağı aklıma gelmezdi. Kendisine toplumun önünde teşekkür ediyorum’ diye konuşmuştur. Dinde kadının yerini açıkça “ifade eden” Beyza Bilgin’e övgüler düzen İbrahim Şerif’in de hanımı başörtülüdür, başörtüsünü dinde vardır diye takmaktadır; hatırlatalım, utanalım.
Bendeniz Yüksek Tahsilliler Derneği’nden, bir ay önce Antalya’nın Kemer İlçesi’nde Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Şubesi tarafından düzenlenen “Dinin ve Kadının Türban ile İstismarı” konulu konferansta “Kuran-ı Kerim sek içilmez” sözüyle ilahiyatçılar arasında alkol ile Kur’anı anlatan ilk ilahiyatçı olma şerefini kazanan yüksek tahsilli Prof. Dr. Şahin Filiz’i de Batı Trakya’ya getirmelerini bekliyoruz. Ramazanda da Zekeriyya Beyaz’ı getirsinler mutlaka. Malum Zekeriyya Beyaz da şu harika ilahiyatçılardandır.(Bir hafta önce Zekeriyya Beyaz, Ergenekon kapsamında hapiste olan dostu Doğu Perinçek’i ziyarete gitti de güvenlik gerekçesiyle içeri almadılar adamı.) Zamanında sormuşlardı Beyaz’a “Hocam çalışanlar oruç tutmalı mı” diye de cevap vermişti “Çalışanlar, polisler, askerler, memurlar, futbolcular, öğrenciler, hemşireler, doktorlar, pilotlar, hostesler, gazeteciler ve elbette dernek başkanları fakire günde 5 ytl verirse oruç tutmayabilir” diye. Beyaz’ın bu hesabına göre sokakta yatıp kalkan sarhoşlar dışında orucun kimseye farz olmadığını öğrenmiştik böylece.
Yüksek Tahsilliler Derneği, bu bahsettiğim kıymetli ilahiyatçıları da getirdiğinde, işte o zaman işlem tamamlanacak ve Beyza Bilgin’in yarım bıraktığı görev hakkıyla yerine getirilecektir.
Sahi, bu kafadaki Yüksek Tahsilliler Derneği yetkilileri azınlık kadınına ve azınlık çocuklarına yaptıkları eğitim çalışmalarında ne öğretiyorlar dersiniz?
Cenap Şahabettin boşuna dememiştir:
“Zavallı koyun sürüsü! Çobanı o besler, çoban köpeğini de, kurdu da.”


Free Blogspot Templates by Isnaini Dot Com and Supercar Pictures. Powered by Blogger