Agos Gazetesi
Sayı: 663
Sonunda, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı’nın, mazbut vakıflar arasına alınmasına ilişkin Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kararının iptal istemini reddeden yerel mahkeme kararını bozdu ve böylece, mazbut durumdaki 24 Rum vakfından biri olan Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı, 1997 senesinden bu yana sürdürdüğü hukuki sürecin sonucunda ve en nihayetinde mazbut olmaktan kurtuldu. Bundan, böyle yönetimini doğrudan doğruya Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yürüttüğü evkaf-ı mazbuta arasında Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı yer almayacak.
Bu güzel haber, sadece Türk basınında değil, Yunan basınında da geniş yer buldu. Haberlerde çoğu kez sadece vakfın Türkiye’deki hukuki süreci değil, bununla birlikte, yine aynı konu ile ilişkili olarak, Fener Rum Patrikhanesi’nin Türkiye aleyhine AİHM’de açtığı ve kazandığı 14340/05 sayılı dava da hatırlatıldı. Basında yer alan haberlerde, Yunan hukukçular, Türk Danıştayı’nın Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı ile ilgili kararında en büyük etkenin Fener’in AİHM’ye taşıdığı davada mahkemenin Patrikhane lehine karar vermesi olduğunu belirtiyorlar. Esasında hukuken iki ayrı konu olsa da, gerek AİHM’nin gerekse Danıştay’ın kararlarını birbiriyle bağlantılamak makul gözüküyor. Çünkü iki davanın çıkış noktaları örtüşüyor.
Hatırlanacağı üzere, İstanbul Rum Patrikliği’nin AİHM’ye taşıdığı dava, Büyükada’da Rum Yetimhanesi Vakfı tarafından yetimhane olarak kullanılan, fakat Patrikhane’nin tapulu malı olan gayrimenkul ve toplamda 23.255 m2 olan arsanın, Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) tarafından mazbut ilan edilen Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı’nın malı olarak tescil edilmesi ile ilgiliydi. Patrikhane AİHM’ye başvurarak bu karara itiraz ediyor ve 1902 yılında satın aldığı gayrimenkulün haksız yere elinden alındığını belirtiyordu. AİHM, işte bu noktada İstanbul Rum Patrikliği’ni haklı buluyor ve yetimhane olarak kullanılmış olan binanın ve diğer gayrimenkullerin Patrikhane’ye iadesine karar veriyordu. AİHM’ye taşınan davada kullanılan argümanlardan biri, Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı ile ilgiliydi. Çünkü vakıf önce mazbut ilan edilmiş ve VGM’nin doğrudan doğruya yönetimine geçtikten sonra Patrikhane aleyhine gayrimenkul ile ilgili hak talebinde bulunulmuştu. Dışarıdan bakıldığı zaman Patrikhane’nin malında hak iddia eden Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı’ydı. Fakat biraz dikkat eden herkesin fark edeceği gibi, vakfın yönetimi el değiştirdikten sonra gayrimenkul ile ilgili bu talep ortaya çıkmıştı. AİHM’ye taşınan dava sırasında, vakfın asıl yöneticileri, mazbut kararına Türkiye’deki iç hukuk çerçevesinde itiraz etmiş ve bu hukuki süreç de henüz sonlanmamıştı. Dolayısıyla, iki dava, bir açıdan birbirleriyle bağlantılıydı. Yunanistan’daki hukukçular “AİHM’nin kararı Danıştay’ın kararına etki etmiş olabilir” diyor ve olayı bu noktadan değerlendiriyorlar.
Danıştay’ın Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı ile ilgili kararı hakkında, Yunan basınında yer alan belki de en önemli açıklama, AİHM’de İstanbul Rum Patrikhanesi’nin avukatlığını üstlenen ve ayrıca Yunanistan’daki Trakya Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Yannis Ktistakis’ten geldi. Ktistakis, Batı Trakya’da yayımlanan yerel Hronos gazetesine verdiği demeçte, Danıştay’ın bu kararının Türkiye’de mazbut durumdaki diğer 23 Rum vakfı için de hak arama mücadelesinin yolunu açtığını belirtti.
AİHM’de görülen Büyükada Rum Yetimhanesi hakkındaki davada İstanbul Rum Patrikhanesi’nin avukatlığını yapmış olan Yannis Ktistakis’in Türkiye’deki Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı’nı mazbut olmaktan kurtaran kararı ile ilgili yorumlarının önemli olduğunu düşünüyorum. O yüzden, Ktistakis’in açıklamasına dönelim: (Çoğu yerde kısalttım veya anlaşılması için küçük eklemelerde bulundum. Bu yüzden Türkçe tercümede hata varsa tarafıma aittir)
“(...) Böylelikle, biri temmuz ayında AİHM’de, diğeri de şimdi çıkan Danıştay kararı olmak üzere toplam iki hukukî zafere imza atıldı. Türkiye’de bunlar da oluyor…
(...) Bu iki önemli zaferi bir kenara koyalım ve biraz da oradaki Rumların ve Yunanistan’ın bugüne kadar yaptığına bir göz atalım. Bugüne kadar hep, ‘Bırakın karşı çıkmayalım, mahkemelere başvurmayalım, hukukî mücadele vermeyelim’ deniliyordu. Fakat sadece hukuk yoluyla sonuç elde ediliyor, pazarlıkla değil.
(...) Elde edilen hukukî zaferler, gerek Yunanistan’da gerekse Türkiye’de devamında iyi niyeti de beraberinde getirir. Biri diğerini de harekete geçirir. Yalnız mahkemelere başvurulacak konular büyük özenle seçilmelidir. Toplu bir şekilde, yani bakın burada kalabalığız ve hepimiz mahkemeye başvurabiliriz şeklinde olmamalıdır. Tabii ki, bir Rum vakfının mazbut ilan edilmesi gibi önemli konuları şansa bırakmamalıyız. Çünkü öyle yapıldığı zaman, sonra ikinci bir karar, ardından üçüncü bir karar çıkar ve mazbut vakıf sayısı 24’e ulaşır.
(...) Rum azınlığın diğer mazbut vakıflar ile ilgili ne yapacağını bilmiyorum. Sanırım yeni hukukî şartları göz önünde bulundurarak konuyla ilgili tutumlarını yeniden gözden geçireceklerdir. Şunu söylemek isterim ki, hukukî mücadeleler yasal mücadelelerdir…
(...) Hukuk yoluyla çözüm bulmaya çalışmak, yasal, barışçıl ve uygar çözüm arayış şeklidir. 1955 ve 1964 yıllarında yaşanan olaylar sonucunda Yunanistan’ın o zaman nasıl AİHM’ye ve diğer mahkemelere başvurmadığına şaşıyorum…”
Yannis Ktistakis’in yorumu dışında, dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var. Anlaşılan, AİHM’nin Türkiye ve Yunanistan’daki azınlıklar ile ilgili kararları devletlerin esnek davranmalarına katkı sağlıyor. Bu konuda ulusalcı kesimlerin çok hayıflanmasına da gerek yok. Çünkü AİHM 2008’de sadece İstanbul Rumlarını ilgilendiren kararlar vermedi, İskeçe Türk Birliği ile ilgili AİHM kararı da aynı yıl içerisinde açıklandı. Ayrıca, Türkiye ve Yunanistan’da, yine 2008 yılında, eşzamanlı olarak, yeni vakıflar kanunu meclislerde onaylandı. Dolayısıyla, azınlıklar konusunda gerek AİHM’nin kararları gerekse Danıştay’ın bahse konu kararı, gelecek adına çok büyük adımların işareti olarak algılanmalıdır. Ne yani, tarih ille de tek yönlü akacak değil ya! Bakarsınız, 2009’da Kıbrıs sorunu bile çözülür…
Sayı: 663
Sonunda, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı’nın, mazbut vakıflar arasına alınmasına ilişkin Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kararının iptal istemini reddeden yerel mahkeme kararını bozdu ve böylece, mazbut durumdaki 24 Rum vakfından biri olan Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı, 1997 senesinden bu yana sürdürdüğü hukuki sürecin sonucunda ve en nihayetinde mazbut olmaktan kurtuldu. Bundan, böyle yönetimini doğrudan doğruya Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yürüttüğü evkaf-ı mazbuta arasında Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı yer almayacak.
Bu güzel haber, sadece Türk basınında değil, Yunan basınında da geniş yer buldu. Haberlerde çoğu kez sadece vakfın Türkiye’deki hukuki süreci değil, bununla birlikte, yine aynı konu ile ilişkili olarak, Fener Rum Patrikhanesi’nin Türkiye aleyhine AİHM’de açtığı ve kazandığı 14340/05 sayılı dava da hatırlatıldı. Basında yer alan haberlerde, Yunan hukukçular, Türk Danıştayı’nın Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı ile ilgili kararında en büyük etkenin Fener’in AİHM’ye taşıdığı davada mahkemenin Patrikhane lehine karar vermesi olduğunu belirtiyorlar. Esasında hukuken iki ayrı konu olsa da, gerek AİHM’nin gerekse Danıştay’ın kararlarını birbiriyle bağlantılamak makul gözüküyor. Çünkü iki davanın çıkış noktaları örtüşüyor.
Hatırlanacağı üzere, İstanbul Rum Patrikliği’nin AİHM’ye taşıdığı dava, Büyükada’da Rum Yetimhanesi Vakfı tarafından yetimhane olarak kullanılan, fakat Patrikhane’nin tapulu malı olan gayrimenkul ve toplamda 23.255 m2 olan arsanın, Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) tarafından mazbut ilan edilen Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı’nın malı olarak tescil edilmesi ile ilgiliydi. Patrikhane AİHM’ye başvurarak bu karara itiraz ediyor ve 1902 yılında satın aldığı gayrimenkulün haksız yere elinden alındığını belirtiyordu. AİHM, işte bu noktada İstanbul Rum Patrikliği’ni haklı buluyor ve yetimhane olarak kullanılmış olan binanın ve diğer gayrimenkullerin Patrikhane’ye iadesine karar veriyordu. AİHM’ye taşınan davada kullanılan argümanlardan biri, Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı ile ilgiliydi. Çünkü vakıf önce mazbut ilan edilmiş ve VGM’nin doğrudan doğruya yönetimine geçtikten sonra Patrikhane aleyhine gayrimenkul ile ilgili hak talebinde bulunulmuştu. Dışarıdan bakıldığı zaman Patrikhane’nin malında hak iddia eden Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı’ydı. Fakat biraz dikkat eden herkesin fark edeceği gibi, vakfın yönetimi el değiştirdikten sonra gayrimenkul ile ilgili bu talep ortaya çıkmıştı. AİHM’ye taşınan dava sırasında, vakfın asıl yöneticileri, mazbut kararına Türkiye’deki iç hukuk çerçevesinde itiraz etmiş ve bu hukuki süreç de henüz sonlanmamıştı. Dolayısıyla, iki dava, bir açıdan birbirleriyle bağlantılıydı. Yunanistan’daki hukukçular “AİHM’nin kararı Danıştay’ın kararına etki etmiş olabilir” diyor ve olayı bu noktadan değerlendiriyorlar.
Danıştay’ın Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı ile ilgili kararı hakkında, Yunan basınında yer alan belki de en önemli açıklama, AİHM’de İstanbul Rum Patrikhanesi’nin avukatlığını üstlenen ve ayrıca Yunanistan’daki Trakya Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Yannis Ktistakis’ten geldi. Ktistakis, Batı Trakya’da yayımlanan yerel Hronos gazetesine verdiği demeçte, Danıştay’ın bu kararının Türkiye’de mazbut durumdaki diğer 23 Rum vakfı için de hak arama mücadelesinin yolunu açtığını belirtti.
AİHM’de görülen Büyükada Rum Yetimhanesi hakkındaki davada İstanbul Rum Patrikhanesi’nin avukatlığını yapmış olan Yannis Ktistakis’in Türkiye’deki Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı’nı mazbut olmaktan kurtaran kararı ile ilgili yorumlarının önemli olduğunu düşünüyorum. O yüzden, Ktistakis’in açıklamasına dönelim: (Çoğu yerde kısalttım veya anlaşılması için küçük eklemelerde bulundum. Bu yüzden Türkçe tercümede hata varsa tarafıma aittir)
“(...) Böylelikle, biri temmuz ayında AİHM’de, diğeri de şimdi çıkan Danıştay kararı olmak üzere toplam iki hukukî zafere imza atıldı. Türkiye’de bunlar da oluyor…
(...) Bu iki önemli zaferi bir kenara koyalım ve biraz da oradaki Rumların ve Yunanistan’ın bugüne kadar yaptığına bir göz atalım. Bugüne kadar hep, ‘Bırakın karşı çıkmayalım, mahkemelere başvurmayalım, hukukî mücadele vermeyelim’ deniliyordu. Fakat sadece hukuk yoluyla sonuç elde ediliyor, pazarlıkla değil.
(...) Elde edilen hukukî zaferler, gerek Yunanistan’da gerekse Türkiye’de devamında iyi niyeti de beraberinde getirir. Biri diğerini de harekete geçirir. Yalnız mahkemelere başvurulacak konular büyük özenle seçilmelidir. Toplu bir şekilde, yani bakın burada kalabalığız ve hepimiz mahkemeye başvurabiliriz şeklinde olmamalıdır. Tabii ki, bir Rum vakfının mazbut ilan edilmesi gibi önemli konuları şansa bırakmamalıyız. Çünkü öyle yapıldığı zaman, sonra ikinci bir karar, ardından üçüncü bir karar çıkar ve mazbut vakıf sayısı 24’e ulaşır.
(...) Rum azınlığın diğer mazbut vakıflar ile ilgili ne yapacağını bilmiyorum. Sanırım yeni hukukî şartları göz önünde bulundurarak konuyla ilgili tutumlarını yeniden gözden geçireceklerdir. Şunu söylemek isterim ki, hukukî mücadeleler yasal mücadelelerdir…
(...) Hukuk yoluyla çözüm bulmaya çalışmak, yasal, barışçıl ve uygar çözüm arayış şeklidir. 1955 ve 1964 yıllarında yaşanan olaylar sonucunda Yunanistan’ın o zaman nasıl AİHM’ye ve diğer mahkemelere başvurmadığına şaşıyorum…”
Yannis Ktistakis’in yorumu dışında, dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var. Anlaşılan, AİHM’nin Türkiye ve Yunanistan’daki azınlıklar ile ilgili kararları devletlerin esnek davranmalarına katkı sağlıyor. Bu konuda ulusalcı kesimlerin çok hayıflanmasına da gerek yok. Çünkü AİHM 2008’de sadece İstanbul Rumlarını ilgilendiren kararlar vermedi, İskeçe Türk Birliği ile ilgili AİHM kararı da aynı yıl içerisinde açıklandı. Ayrıca, Türkiye ve Yunanistan’da, yine 2008 yılında, eşzamanlı olarak, yeni vakıflar kanunu meclislerde onaylandı. Dolayısıyla, azınlıklar konusunda gerek AİHM’nin kararları gerekse Danıştay’ın bahse konu kararı, gelecek adına çok büyük adımların işareti olarak algılanmalıdır. Ne yani, tarih ille de tek yönlü akacak değil ya! Bakarsınız, 2009’da Kıbrıs sorunu bile çözülür…
0 yorum:
Yorum Gönder