AZINLIKÇA
Haziran 2009
Sayı: 48
Türk-Yunan ilişkilerinde son durum
Evren Dede
Makaleyi Azınlıkça'da yayımlanan şekliyle PDF formatında okumak için TUŞLAYINIZ
Her ne kadar iki ülkede iktidara gelen ND ve AKP hükümetleri ilk dönemlerinde ciddi bir yakınlaşma ve uzlaşı çabası göstermiş olsalar bile, Türk-Yunan ilişkileri tarih boyunca anlaşmazlık ve sorunların ön planda olduğu bir süreç olunca, bu iki hükümet de bahse konu talihsiz sürecin dışına öyle kolay kolay çıkamıyor. ND-AKP döneminin ilk başlarında yakın ve sıcak ilişkiler gözlendiyse de uzun soluklu bir sıcak ilişki maalesef sürdürülemedi.
Zaten genelde iki ülke arasındaki sorun ve anlaşmazlıkların çokluğu, içerideki siyasal yapının uluslararası ilişkilere koyduğu tahakküm, süregelen Kıbrıs bunalımı ve son tahlilde iki ülkenin ulusal çıkarlarının çakışması dostluk dönemlerinin uzun soluklu olmasına engel teşkil ediyor.
Ne yapalım, ND-AKP ilişkisi de bu engellere takılmadan edemezdi. İki hükümetin ilk başlardaki o uyumlu ve yapıcı ilişkisi yavaş yavaş eski dönemlere doğru yön aldı; partilerüstü kabul edilen dış politika, bir anlamda ND’nin ve AKP’nin hareket alanını kısıtladı.
Son dönemlerde Türk-Yunan ilişkilerinde yeni gelişmeler oluyor. Fakat gelişmelerin olumlu yöne doğru gittiğini söylemek doğru olmaz. Her ne kadar artık iki ülkeyi savaşın eşiğine getirecek bir bunalım döneminin yaşanmayacağı söylenebilse bile maalesef iç politikadaki hoşnutsuzluklar, Yunanistan ve Türkiye’yi karmaşık ve istikrarsız bir ikili ilişkiler sürecine doğru sürüklüyor. Bu kısa makalede neden bu tür bir yargıya vardığımı açıklamak mümkün değil ama en azından genel hatlarıyla durum değerlendirmesi yapmak mümkün.
Mâlum, kıta sahanlığından tutun hava sahasına kadar bin bir detayı ve anlaşmazlığı içeren ve ikili ilişkilere damgasını vuran Ege sorunu, Yunanistan için tarafların birincil sıradaki sorunu. İkinci sırada Kıbrıs var. Tabiî Ege sorunu gibi Kıbrıs konusu da 1970’lerden bugüne ikili ilişkilerde belirleyici bir rol üstleniyor. Bu arada üçüncü sıraya yerleştirebileceğimiz azınlıklar sorunu da iç politikanın geleneksel eğilimleri çerçevesinde aynı olumsuz ve çetrefilli konulardan biri olarak bahsedilebilir.
Sorunlardan herhâlde bizi en çok ilgilendireni azınlıklar meselesi ve belki de Yunanistan-Türkiye ilişkilerinde hiçbir zaman açıkça dile getirilmese de, neredeyse Ege sorunu kadar önemli.
Türk-Yunan ilişkilerinde ND ve AKP’nin hükümet oldukları dönemi incelediğimizde iki bölümle karşılaşıyoruz.
1. Sıcak ilişkilerin kurulduğu dönem
ND hükümetinin AKP ile yakın ilişki kurduğu, Karamanlis’in Türk Başbakan Erdoğan’la dost ve akrabalık ilişkileri geliştirdiği, iki ülkenin azınlıklara karşı yapıcı söylemlerle öne çıktıkları ve hatta bir kısmını uygulamaya aldıkları ilk dönemde dikkatlerden kaçmayan en önemli açılım, ND hükümetinin AKP ile yürüttüğü ilişkide sadece diplomatları değil, ayrıca ND Rodop milletvekili İlhan Ahmet’i de belirli konularda aracı olarak kullanmasıydı. Türk hükümeti besbelli ND’nin bu yaklaşımından memnuniyet duymuştu. İktidar partisi olan ND’nin azınlık milletvekilini öne sürmesi iki hükümetin özellikle azınlıklar konusundaki tutumlarında gözle görülür değişikliklere neden oldu. Şimdilerde beğenilmeyen, fakat neticede iki taraftaki azınlık vakıflarının içerisinde bulundukları sıkıntıları kısmî bile olsa ciddi oranda azaltan, Yunanistan ve Türkiye’de eşzamanlı çıkarılan yeni vakıflar kanunu, Bakoyanni’nin cemaat idareleri hakkındaki açıklamaları, Karamanlis’in Ankara ve İstanbul ziyareti, Erdoğan’ın Atina ve Batı Trakya ziyareti, Türk Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Batı Trakya ziyareti, iki ülkenin bakanlarının ve milletvekillerinin azınlıklara ziyaretleri, Batı Trakya’daki camilerin ve İstanbul’daki kiliselerin tadilat vb. çalışmalarının hız kazanması, Hükümet sözcüsünün AİHM kararlarına uyacaklarına dair açıklaması, hükümet yetkililerinin azınlıklar konusundaki çeşitli açıklamaları, azınlık okullarına Türkiye’den gelen ders kitaplarının dağıtılması, Batı Trakya’da devlet okullarına Türkçe’nin seçmeli ders olarak konulması, Erdoğan’ın Başbakanlık bütçesinden Rumlara ait bir kilisenin çanını tamir ettirmesi, iki ülke belediyelerinin ortak işbirliği programları ve çeşitli siyasî, ticarî ve kültürel faaliyetlerin hız kazanması ND-AKP dönemindeki pozitif açılımlardan sadece bir bölümü olarak sıralanabilir.
Bu gelişmeleri olaylara kısır partizanlık veya şahıslara duyulan kişisel husûmet gözlüğüyle bakanlar, elbette küçümseyebilir, hatta tam aksini savunabilirler. Fakat kabullenmek istemeseler bile, ND-AKP ilişkilerindeki ilk dönem, azınlıklar adına yapıcı bir sürecin başladığını ima etmekteydi. Hatta o denli yapıcı bir sürecin başladığını ima ediyordu ki, pek çok politik gözlemci ve uzman, hukukî alanda karşılaşılan onlarca sorunun bile artık kısa bir dönemde çözülebileceği inancını taşımaya başlamıştı vs.
Doğrusu, iki ülke arasındaki bilgi akışında tek düze tekeli kaldıran, Yunan parlamentosundaki bir azınlık milletvekilini de bilgi akışında kullanmak isteyen, azınlık konularında hazırlanan yasa taslaklarında sınırlı bile olsa azınlık milletvekiline yetki veren ND’nin bu hassas kararı ilk dönemde kurulan yakın ilişkinin en belirgin özelliği. Zaten dikkat edilirse bahse konu dönemde kangren hâline gelmiş azınlık sorunlarının artık son bulacağı beklentisi, sadece ulusal medyada değil, azınlık basınında bile gündeme getirilmiş, olumlu ve pozitif yazılar o dönemde daha çok ön plana çıkmıştı.
Burada bir ayrıntıya değinelim. ND’nin o dönem kendi azınlık milletvekiline güvenmesi veya kendi azınlık temsilcisine karşı cephe almaması, diğer bir deyişle, Rodop milletvekili İlhan Ahmet’in ND’nin politik düşünce sistemini genel hatlarıyla benimseyen ideolojik alt yapısı, bu olumlu sürecin yapı taşı oldu. Oysa maalesef günümüzde aynı güven anlayışı PASOK azınlık milletvekilleri ile kendi partileri arasında geçerli değil. PASOK ile Çetin Mandacı ve Ahmet Hacıosman arasında politik düzlemde aynı ideolojik altyapı yok. PASOK’un ilke ve kriterlerine uymayan bu farklı düşünce ve ideolojiye sahip kendi azınlık milletvekilleri doğal olarak parti ile aralarında cephe oluşmasına neden oluyor. İlahiyat kökenli Hacıosman’ın, Sadık Ahmet’in yanında sürdürdüğü ve daha sonraları DEB partisinde başkanlığa kadar varan muhafazakar-milliyetçi geçmişi, vali yardımcısı olduğu dönemden bu yana devam eden sosyalist kökenli PASOK’la olan ilişkisini gerçekte sadece oy ve koltuk ilişkisi çerçevesinde olduğunu ima ediyor. Yani PASOK Hacıosman’ı sadece oy deposu olarak değerlendirirken, Hacıosman da PASOK’u milletvekilliği için araç olarak kullanıyor.
Çetin Mandacı için bile benzer bir ironik durum söz konusu. Danışma Kurulu Başkanı olduğu dönemde PASOK’la yaşadığı güven bunalımı Mandacı’nın pek farkına varmasa bile partisiyle olan politik düşünce farklılıklarından dolayı. Başa dönersek, PASOK kendi azınlık milletvekilleriyle ND’nin kurduğu güven ilişkisini sağlayabilmiş değil. Bunun yan etkileri belki de PASOK’un iktidar olduğu yeni bir dönemde, azınlığı güvensizlikle beslenen sıkıntılı döneme sürükleyebilir.
2. İlişkilerin tekrar bozulmaya başladığı dönem
ND’nin ardı ardına ikinci kez iktidar olduğu dönemde Türk-Yunan ilişkileri bağlamında azınlıklar sorununda yaşanılan pek çok gelişme ND’nin ilk dönemiyle kıyaslanamayacak ölçüde içe kapanma sürecine dönüştü. Bunda ND’nin azınlıktan milletvekili çıkaramamasının da etkisi var. İlhan Ahmet’in eksikliği, hem ND, hem azınlık, hem de Türk-Yunan ilişkileri için ciddi bir kayba neden oldu. Şimdilerde taraflar arasında tekrar güvensizlik hâkim, kafalar karışık…
Bu ikinci dönemde azınlıklar konusunda Türkiye’nin tavrını ND hükümeti anlamakta zorlanıyor. İstanbul Rumlarının sorunlarında bir gelişme görmeyen Atina, Batı Trakya Türkleri konusunda ise Türkiye’nin uygunsuz hareketlerde bulunduğunu düşünüyor. Bahse konu hareketler Yunanistan’ın Batı Trakya’daki azınlığın “Müslüman Azınlığı” olarak adlandırılması önkoşuluna rağmen Türkiye’nin “Türk Azınlığı” ifadesini kullanması falan değil. Atina uzun dönemdir Türk yetkililerin veya Türk konsoloslarının azınlığa “soydaş” veya “Türk” kelimelerini kullanmalarına zaten öyle büyük bir tepki göstermiyor. Esasında bunun ötesinde bir rahatsızlığı var Atina’nın. Açık söylemek gerekirse, Atina, Türkiye’nin Batı Trakya konusunda yayılmacı bir politika güttüğünü, bölgede son dönemlerde yüksek sesle dile getirilen pek çok aşırılık yanlısı söylemlerin Türkiye’nin güdümünde gerçekleştirildiğini düşünüyor. Oysa iktidarda aynı AKP ve ND olmasına rağmen ilk genel seçim döneminde bu izlenim yoktu. Bu izlenim ikinci genel seçimlerin ardından ön plana çıktı. Esasında bilmeyenler veya dikkat etmeyenler için Atina’nın neden böyle düşündüğünü meydana gelen bir dizi olayı burada sıralayarak açıklamak mümkün. Bu olayların çoğunda Türk yetkililerin bile ancak talihsizlik olarak nitelendirebileceği eylemler var. Atina-Ankara arasındaki ilişkiyi sürdüren yetkililer bu konuları ne kadar karşı tarafa aktarıyor, kuşkular ve rahatsızlıklar ne kadar dile getiriliyor bilemiyorum. Fakat sanırım bu konuda ND’nin ilk döneminde kazasız belasız bahse konu aracılık görevini yerine getiren azınlık milletvekilinin ikinci dönemde boşalttığı alan Türk-Yunan ilişkilerindeki trafik kazalarının meydana gelmesine neden oluyor.
Doğrusu bu yazıyı yazmak için önceden epeyce düşündüm. Azınlıklar bağlamında Türk-Yunan ilişkilerinin iyi gitmeyeceğini ima eden pek çok olay ne yazık ki önümüzdeki dönemde etkisini gösterecek gibi. Ne diyelim, keşke yapıcı bir anlayışın hâkim olabilmesi adına iktidar partisinden bu arabuluculuğu ifa edebilecek bir azınlık milletvekili çıkarabilmiş olsaydık. Ve keşke anamuhalefet partisi olan PASOK’ta, kendi partisiyle ideolojik olarak uyumlu, inandığı değerlerle partisinin değerleri arasında paralellik arz eden azınlık milletvekilleri olsaydı da gelecek adına ümit vaat etselerdi. Çünkü ND ve AKP’nin genlerinde sağ kökenin vermiş olduğu milliyetçi ve muhafazakâr anlayış hakim olsa bile İlhan Ahmet’in milletvekilliği dönemindeki arzulu ve sıcak ilişki azınlıkların köprü olabileceği iddiasını gerçekleştirebilecek ölçüye yakındı, hem de her ne kadar bu tespit manipülasyona açık olsa bile…
Haziran 2009
Sayı: 48
Türk-Yunan ilişkilerinde son durum
Evren Dede
Makaleyi Azınlıkça'da yayımlanan şekliyle PDF formatında okumak için TUŞLAYINIZ
Her ne kadar iki ülkede iktidara gelen ND ve AKP hükümetleri ilk dönemlerinde ciddi bir yakınlaşma ve uzlaşı çabası göstermiş olsalar bile, Türk-Yunan ilişkileri tarih boyunca anlaşmazlık ve sorunların ön planda olduğu bir süreç olunca, bu iki hükümet de bahse konu talihsiz sürecin dışına öyle kolay kolay çıkamıyor. ND-AKP döneminin ilk başlarında yakın ve sıcak ilişkiler gözlendiyse de uzun soluklu bir sıcak ilişki maalesef sürdürülemedi.
Zaten genelde iki ülke arasındaki sorun ve anlaşmazlıkların çokluğu, içerideki siyasal yapının uluslararası ilişkilere koyduğu tahakküm, süregelen Kıbrıs bunalımı ve son tahlilde iki ülkenin ulusal çıkarlarının çakışması dostluk dönemlerinin uzun soluklu olmasına engel teşkil ediyor.
Ne yapalım, ND-AKP ilişkisi de bu engellere takılmadan edemezdi. İki hükümetin ilk başlardaki o uyumlu ve yapıcı ilişkisi yavaş yavaş eski dönemlere doğru yön aldı; partilerüstü kabul edilen dış politika, bir anlamda ND’nin ve AKP’nin hareket alanını kısıtladı.
Son dönemlerde Türk-Yunan ilişkilerinde yeni gelişmeler oluyor. Fakat gelişmelerin olumlu yöne doğru gittiğini söylemek doğru olmaz. Her ne kadar artık iki ülkeyi savaşın eşiğine getirecek bir bunalım döneminin yaşanmayacağı söylenebilse bile maalesef iç politikadaki hoşnutsuzluklar, Yunanistan ve Türkiye’yi karmaşık ve istikrarsız bir ikili ilişkiler sürecine doğru sürüklüyor. Bu kısa makalede neden bu tür bir yargıya vardığımı açıklamak mümkün değil ama en azından genel hatlarıyla durum değerlendirmesi yapmak mümkün.
Mâlum, kıta sahanlığından tutun hava sahasına kadar bin bir detayı ve anlaşmazlığı içeren ve ikili ilişkilere damgasını vuran Ege sorunu, Yunanistan için tarafların birincil sıradaki sorunu. İkinci sırada Kıbrıs var. Tabiî Ege sorunu gibi Kıbrıs konusu da 1970’lerden bugüne ikili ilişkilerde belirleyici bir rol üstleniyor. Bu arada üçüncü sıraya yerleştirebileceğimiz azınlıklar sorunu da iç politikanın geleneksel eğilimleri çerçevesinde aynı olumsuz ve çetrefilli konulardan biri olarak bahsedilebilir.
Sorunlardan herhâlde bizi en çok ilgilendireni azınlıklar meselesi ve belki de Yunanistan-Türkiye ilişkilerinde hiçbir zaman açıkça dile getirilmese de, neredeyse Ege sorunu kadar önemli.
Türk-Yunan ilişkilerinde ND ve AKP’nin hükümet oldukları dönemi incelediğimizde iki bölümle karşılaşıyoruz.
1. Sıcak ilişkilerin kurulduğu dönem
ND hükümetinin AKP ile yakın ilişki kurduğu, Karamanlis’in Türk Başbakan Erdoğan’la dost ve akrabalık ilişkileri geliştirdiği, iki ülkenin azınlıklara karşı yapıcı söylemlerle öne çıktıkları ve hatta bir kısmını uygulamaya aldıkları ilk dönemde dikkatlerden kaçmayan en önemli açılım, ND hükümetinin AKP ile yürüttüğü ilişkide sadece diplomatları değil, ayrıca ND Rodop milletvekili İlhan Ahmet’i de belirli konularda aracı olarak kullanmasıydı. Türk hükümeti besbelli ND’nin bu yaklaşımından memnuniyet duymuştu. İktidar partisi olan ND’nin azınlık milletvekilini öne sürmesi iki hükümetin özellikle azınlıklar konusundaki tutumlarında gözle görülür değişikliklere neden oldu. Şimdilerde beğenilmeyen, fakat neticede iki taraftaki azınlık vakıflarının içerisinde bulundukları sıkıntıları kısmî bile olsa ciddi oranda azaltan, Yunanistan ve Türkiye’de eşzamanlı çıkarılan yeni vakıflar kanunu, Bakoyanni’nin cemaat idareleri hakkındaki açıklamaları, Karamanlis’in Ankara ve İstanbul ziyareti, Erdoğan’ın Atina ve Batı Trakya ziyareti, Türk Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Batı Trakya ziyareti, iki ülkenin bakanlarının ve milletvekillerinin azınlıklara ziyaretleri, Batı Trakya’daki camilerin ve İstanbul’daki kiliselerin tadilat vb. çalışmalarının hız kazanması, Hükümet sözcüsünün AİHM kararlarına uyacaklarına dair açıklaması, hükümet yetkililerinin azınlıklar konusundaki çeşitli açıklamaları, azınlık okullarına Türkiye’den gelen ders kitaplarının dağıtılması, Batı Trakya’da devlet okullarına Türkçe’nin seçmeli ders olarak konulması, Erdoğan’ın Başbakanlık bütçesinden Rumlara ait bir kilisenin çanını tamir ettirmesi, iki ülke belediyelerinin ortak işbirliği programları ve çeşitli siyasî, ticarî ve kültürel faaliyetlerin hız kazanması ND-AKP dönemindeki pozitif açılımlardan sadece bir bölümü olarak sıralanabilir.
Bu gelişmeleri olaylara kısır partizanlık veya şahıslara duyulan kişisel husûmet gözlüğüyle bakanlar, elbette küçümseyebilir, hatta tam aksini savunabilirler. Fakat kabullenmek istemeseler bile, ND-AKP ilişkilerindeki ilk dönem, azınlıklar adına yapıcı bir sürecin başladığını ima etmekteydi. Hatta o denli yapıcı bir sürecin başladığını ima ediyordu ki, pek çok politik gözlemci ve uzman, hukukî alanda karşılaşılan onlarca sorunun bile artık kısa bir dönemde çözülebileceği inancını taşımaya başlamıştı vs.
Doğrusu, iki ülke arasındaki bilgi akışında tek düze tekeli kaldıran, Yunan parlamentosundaki bir azınlık milletvekilini de bilgi akışında kullanmak isteyen, azınlık konularında hazırlanan yasa taslaklarında sınırlı bile olsa azınlık milletvekiline yetki veren ND’nin bu hassas kararı ilk dönemde kurulan yakın ilişkinin en belirgin özelliği. Zaten dikkat edilirse bahse konu dönemde kangren hâline gelmiş azınlık sorunlarının artık son bulacağı beklentisi, sadece ulusal medyada değil, azınlık basınında bile gündeme getirilmiş, olumlu ve pozitif yazılar o dönemde daha çok ön plana çıkmıştı.
Burada bir ayrıntıya değinelim. ND’nin o dönem kendi azınlık milletvekiline güvenmesi veya kendi azınlık temsilcisine karşı cephe almaması, diğer bir deyişle, Rodop milletvekili İlhan Ahmet’in ND’nin politik düşünce sistemini genel hatlarıyla benimseyen ideolojik alt yapısı, bu olumlu sürecin yapı taşı oldu. Oysa maalesef günümüzde aynı güven anlayışı PASOK azınlık milletvekilleri ile kendi partileri arasında geçerli değil. PASOK ile Çetin Mandacı ve Ahmet Hacıosman arasında politik düzlemde aynı ideolojik altyapı yok. PASOK’un ilke ve kriterlerine uymayan bu farklı düşünce ve ideolojiye sahip kendi azınlık milletvekilleri doğal olarak parti ile aralarında cephe oluşmasına neden oluyor. İlahiyat kökenli Hacıosman’ın, Sadık Ahmet’in yanında sürdürdüğü ve daha sonraları DEB partisinde başkanlığa kadar varan muhafazakar-milliyetçi geçmişi, vali yardımcısı olduğu dönemden bu yana devam eden sosyalist kökenli PASOK’la olan ilişkisini gerçekte sadece oy ve koltuk ilişkisi çerçevesinde olduğunu ima ediyor. Yani PASOK Hacıosman’ı sadece oy deposu olarak değerlendirirken, Hacıosman da PASOK’u milletvekilliği için araç olarak kullanıyor.
Çetin Mandacı için bile benzer bir ironik durum söz konusu. Danışma Kurulu Başkanı olduğu dönemde PASOK’la yaşadığı güven bunalımı Mandacı’nın pek farkına varmasa bile partisiyle olan politik düşünce farklılıklarından dolayı. Başa dönersek, PASOK kendi azınlık milletvekilleriyle ND’nin kurduğu güven ilişkisini sağlayabilmiş değil. Bunun yan etkileri belki de PASOK’un iktidar olduğu yeni bir dönemde, azınlığı güvensizlikle beslenen sıkıntılı döneme sürükleyebilir.
2. İlişkilerin tekrar bozulmaya başladığı dönem
ND’nin ardı ardına ikinci kez iktidar olduğu dönemde Türk-Yunan ilişkileri bağlamında azınlıklar sorununda yaşanılan pek çok gelişme ND’nin ilk dönemiyle kıyaslanamayacak ölçüde içe kapanma sürecine dönüştü. Bunda ND’nin azınlıktan milletvekili çıkaramamasının da etkisi var. İlhan Ahmet’in eksikliği, hem ND, hem azınlık, hem de Türk-Yunan ilişkileri için ciddi bir kayba neden oldu. Şimdilerde taraflar arasında tekrar güvensizlik hâkim, kafalar karışık…
Bu ikinci dönemde azınlıklar konusunda Türkiye’nin tavrını ND hükümeti anlamakta zorlanıyor. İstanbul Rumlarının sorunlarında bir gelişme görmeyen Atina, Batı Trakya Türkleri konusunda ise Türkiye’nin uygunsuz hareketlerde bulunduğunu düşünüyor. Bahse konu hareketler Yunanistan’ın Batı Trakya’daki azınlığın “Müslüman Azınlığı” olarak adlandırılması önkoşuluna rağmen Türkiye’nin “Türk Azınlığı” ifadesini kullanması falan değil. Atina uzun dönemdir Türk yetkililerin veya Türk konsoloslarının azınlığa “soydaş” veya “Türk” kelimelerini kullanmalarına zaten öyle büyük bir tepki göstermiyor. Esasında bunun ötesinde bir rahatsızlığı var Atina’nın. Açık söylemek gerekirse, Atina, Türkiye’nin Batı Trakya konusunda yayılmacı bir politika güttüğünü, bölgede son dönemlerde yüksek sesle dile getirilen pek çok aşırılık yanlısı söylemlerin Türkiye’nin güdümünde gerçekleştirildiğini düşünüyor. Oysa iktidarda aynı AKP ve ND olmasına rağmen ilk genel seçim döneminde bu izlenim yoktu. Bu izlenim ikinci genel seçimlerin ardından ön plana çıktı. Esasında bilmeyenler veya dikkat etmeyenler için Atina’nın neden böyle düşündüğünü meydana gelen bir dizi olayı burada sıralayarak açıklamak mümkün. Bu olayların çoğunda Türk yetkililerin bile ancak talihsizlik olarak nitelendirebileceği eylemler var. Atina-Ankara arasındaki ilişkiyi sürdüren yetkililer bu konuları ne kadar karşı tarafa aktarıyor, kuşkular ve rahatsızlıklar ne kadar dile getiriliyor bilemiyorum. Fakat sanırım bu konuda ND’nin ilk döneminde kazasız belasız bahse konu aracılık görevini yerine getiren azınlık milletvekilinin ikinci dönemde boşalttığı alan Türk-Yunan ilişkilerindeki trafik kazalarının meydana gelmesine neden oluyor.
Doğrusu bu yazıyı yazmak için önceden epeyce düşündüm. Azınlıklar bağlamında Türk-Yunan ilişkilerinin iyi gitmeyeceğini ima eden pek çok olay ne yazık ki önümüzdeki dönemde etkisini gösterecek gibi. Ne diyelim, keşke yapıcı bir anlayışın hâkim olabilmesi adına iktidar partisinden bu arabuluculuğu ifa edebilecek bir azınlık milletvekili çıkarabilmiş olsaydık. Ve keşke anamuhalefet partisi olan PASOK’ta, kendi partisiyle ideolojik olarak uyumlu, inandığı değerlerle partisinin değerleri arasında paralellik arz eden azınlık milletvekilleri olsaydı da gelecek adına ümit vaat etselerdi. Çünkü ND ve AKP’nin genlerinde sağ kökenin vermiş olduğu milliyetçi ve muhafazakâr anlayış hakim olsa bile İlhan Ahmet’in milletvekilliği dönemindeki arzulu ve sıcak ilişki azınlıkların köprü olabileceği iddiasını gerçekleştirebilecek ölçüye yakındı, hem de her ne kadar bu tespit manipülasyona açık olsa bile…
0 yorum:
Yorum Gönder