Batı Trakya’da 150’likler -IΙ

Azınlıkça 45
Mart 2009


150’liklerde sıra Gümülcineli İsmail Hakkı’daydı. Fakat yerimiz kalmayınca önümüzdeki sayıya kadar bunu bekleteceğiz. Yine geçen sayıdaki yer darlığından dolayı koyamadığımız üç belgeyi de ancak bu sayıda yayımlıyoruz.. İlk belge, K. Çiçelikis’in de bahsettiği Çerkezler konusu ile ilgili.

Aşağıdaki örnek “Şark-ı Karîp Çerkezleri Te’mini Hukuk Cemiyeti üyelik ”dır. İzmir’deki meşhur Çerkez Kongresi döneminde hazırlanmıştır.

















Diğer iki belge ise önceki sayıda yayımladığımız Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi yazısı ile alâkalı. Bunlardan birincisi, Yarın gazetesinin bahsekonu Türkiye’ye giriş yasağının alındığı orijinal kararnamedir.




































İkincisi ise Mustafa Sabri’nin mezarıdır.




























Şeyhülislam’ın gördüğünüz mezar taşında ise şöyle yazmaktadır:


Hüvelbâki

İşte zâir bu yerde metfûndur
Bir büyük kahraman ki pîr hûndur
Düştü leyla-i Hâk peşinde şehit
O’na zaten ezelde vurgundur
Aşk-ı Rahmân’a can fedâ etti
Gerçi dünya vefâda pek dûndur (alçak)
Dîn-i İslâm için mücadelede
Ona bir kasf-i karîn meftûndur
Hak’kın ilhâmıdır derin ilmi
Sanki ilm-i ledünle meşhûndur
Türk’te kaldıysa Müslüman nâmı
Ona İslam nâmı medyûndur
ŞEYHULİSLAM MUSTAFA SABRİ
Fikri uğrunda öldü memnûndur
Dese hâtif dönerdi memleketine
Her yasından bu mâtem efzûndur
Bir gelip çıktı (sâ’l)i tarihin
O senin en güzîde oğlundur.

El Fatiha

Hicri 1286-1373

Papa Eftim -I-

Agos
20.03.2009

En son yazımda, pek çok akademik çalışmada 150’liklerin Batı Trakya’dan uzaklaştırılmaları karşılığında Venizelos’un Türk hükümetinden Papa Eftim ile ilgili bir talepte bulunduğunu söylemiştim ya, TESEV’in Gayrimüslim cemaatlerin vakıf ve taşınmaz mülkleri ile ilgili sorunlarını ve önerilerini içeren raporu yayınlanınca, işte tam zamanı dedim kendi kendime; Papa Eftim gibi Rum cemaatinin taşınmaz mülkiyetlerine “ortak!” olmuş birisinin muhasebesi için bundan iyi fırsat bulamam.

Papa Eftim’in hayat hikayesini sil baştan yeniden dökerek bana ayrılan köşeyi doldurmak istemediğimden, bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyenleri konu hakkında çalışma yapmış akademisyenlere yönlendirmekle yetinmek durumundayım. Bendeniz 3 bölüm halinde olmakla birlikte, Papa Eftim’le 150’likler arasında yapılan pazarlığa, Papa Eftim’in el koyduğu Rum kiliselerine ve Türk Ortodoks Kilisesi mensuplarının Rum mezarlığına gömülmeleri konusuna, kısa kısa değineceğim.

Hatırlarsınız, Yunan Başbakan Venizelos ve Dışişleri Bakanı Mihalakopoulos Ankara’da Başbakan İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü ile yaptıkları bir dizi görüşme neticesinde 30 Ekim 1930 günü iki ülke arasında 3 ayrı antlaşma imzalamışlardı. İşte Ankara’da yapılan müzakerelerde İnönü ile Venizelos azınlıklar sorununa da değindiler. Venizelos Türk hükümetine İstanbul Rumlarının tam olarak detayını bilmediğimiz, fakat elbette Papa Eftim konusunu da içeren birkaç şikayetini aktardı. Özellikle İstanbul Rumlarına ait olan Galata’daki kiliselere Papa Etfim tarafından el konulmuş olması İstanbul Patrikhanesi için büyük bir sorundu. Daha sonra verdiği bir mülakatta görüyoruz ki, Venizelos yapılan görüşmelerden Türk hükümetinin bahse konu kiliseleri İstanbul Patrikhanesi’ne iade edeceği hissine bile kapılmıştı. Hatta gazeteciyle yaptığı söyleşide, Cumhurbaşkanı Atatürk’ün bizzat kendisinin Papa Eftim’i İstanbul Patrikhanesi’nden uzak tutacağını bildirdiğinden dahi bahseder.

Bu görüşme çerçevesinde İnönü de Batı Trakya’daki 150’liklerin davranış ve tutumlarından rahatsızlığını aktarır. İstanbul, Bozcaada ve Gökçeada Rumlarının içinde bulunduğu durumu ve Rum azınlığın Papa Eftim karşısındaki çaresizliğini göz önünde bulunduran Venizelos bu soruna bir çözüm yolu bulmak istemektedir. Sonuçta Batı Trakya’daki 150’liklerin Türk-Yunan yakınlaşmasını ve uyumlu gidişatı raydan çıkarabileceğini de hesaplayarak İnönü’ye Trakya’daki antikemalistlerin sınırdışı edilebileceklerini söyleyiverir. Venizelos konuşmasında ayrıca şu konuya da değinir, sınırdışı edilecek kişiler Batı Trakya’da ikamet eden yabancı uyruklular olacaktır; Yunan vatandaşlığına geçmiş olan 150’liklerin Anayasa gereğince sınırdışı edilmeleri imkansızdır.

Burada esas konumuza geri dönelim. Batı Trakya’daki 150’liklerin sınırdışı edilmelerine karşılık Papa Eftim ve yandaşlarının Türkiye’den sınırdışı edileceği şeklinde bir anlaşmanın yapıldığı acaba gerçekten doğru mudur? Yine dönemin Türkiye’sinde yayımlanan gazetelerde, Papa Eftim ve taraftarlarının Romanya’ya gönderileceği hakkında yayımlanan haberler bu anlaşmanın varlığına delil olarak öne sürülebilir mi?

Böyle bir anlaşma olsa bile bildiğimiz Papa Eftim’in Türkiye’den sınırdışı edilmediğidir. Papa Eftim ile 150’likler takasının detayları tarih sayfalarında keşfedilmeyi bekleyen bir sır olarak durmaya devam etse bile, küçük bir ayrıntı beni oldukça makul bir varsayıma doğru sürüklemekten men edemiyor!.. Anlatayım…

20 Aralık tarihli Yunan Meclisi’nin oturum kayıtlarına dikkat ettiğimizde Venizelos 150’likler hakkında aldığı kararı milletvekillerine karşı savunurken ısrarla Yunan vatandaşlığına geçmiş olanların sınırdışı edilmekten muaf olduklarını tekrarlar. Dolayısıyla diyorum, Venizelos İnönü’den Papa Eftim ve yandaşlarının sınırdışı edilmesini talep ettiğinde, büyük ihtimalle İnönü de aynı cevabı vermiş ve Türk vatandaşı olanların sınırdışı edilmelerinin imkansız olduğunu söylemiş olamaz mı? Bu cevabı alan Venizelos da, Türk hükümetinden Papa Eftim ve yandaşlarının bari hiç değilse İstanbul Patrikhanesi’ne ve Rum azınlığa karşı yaptığı tacizlere bir son vermesini talep etmiş olmalı değil mi? Yani aradaki anlaşma şu şekilde yapılmış olmalı: Yunan vatandaşı olmayan 150’likler Batı Trakya’dan uzaklaştırılacak, buna mukabil de, Papa Eftim ve yandaşları hergün taciz ettikleri İstanbul Patrikhanesi’nden ve diğer Rum kurumlarından uzaklaştırılacaktı. Zaten olayların en heyecanlı bölümü de bu anlaşmanın ardından yaşandı…
Devam edecek…

Bey amca çöplükte füze, roket ve tanksavar bulursa…

Azınlıkça Dergisi
Mart 2009

Sapçı’da (Sappes) sabah 6 sularında bölge sakinlerinden bir bey amca yavaş adımlarla koruluğun yanından yürürken şöyle bir etrafına baktı, koruluğun hemen yanındaki boş araziye atılan çöpler ve molozlar, ne kadar da çirkin gösteriyor bu güzelim yeri; eskiden böyle değildi burası, diye geçirdi içinden. Doğru ya, Pontuslu göçmenler geldi geleli eski vatanlarındaki adetleri buraya da taşımışlardı. Madem yakınlarında çöplük yoktu, kendi çöplüklerini kendileri kurmuşlardı. Çöp kutuları ne güne duruyor demeyin, molozlar, taşlar, eski koltuklar, karyolalar çöp kutularına nasıl sığacaktı ki! En kolayı boş bir araziye atıvermekti onları. Ama eskileri ata ata, boş arazi yarı resmî çöplük haline gelivermişti işte.

Rüzgar esiyordu, durduğu yerde üşüyen bey amca yavaş adımlarla ilerlemeye devam etti. Tam yolun sonuna doğru yaklaştığında boş araziye atılan bunca çöpün hemen yanıbaşında duran çalılıklara takıldı gözü. Bu çalılar diğerlerine göre daha koyuydu. Acaba çalıların arkasında ne var, diye düşündü.

Sabahın altısında, çöplüğün hemen yanındaki çalının arkasında, olsa olsa, ya uyuz bir köpek, ya da vahşi bir hayvandı bu gizlenen...

Rüzgar estikçe sallanan çalıların ardında bir hayvanın olmadığını anlaması uzun sürmedi. Zaten gün, aydınlanmaya doğru yüz tutmuştu. Yavaş yavaş çalılara doğru yürüdü bey amca. Çalılıkların arasına elini daldırdı, arkada duran koca koca siyah çöp poşetlerinin içerisine baktı.
Gördükleri karşısında şaşırdı tabiî bey amca! Çünkü bu sefer gördüğü, ne atılmış bir karyola, ne de moloz yığınıydı.

Derhal emniyete telefon etmek, bunları haber vermek lazım, dedi kendi kendine. Koşar adımlarla evine geri döndü.

Emniyeti aradığında yetkili memur yarı uyuklayarak cevap verdi telefona. Bey amca, sabah mahmuru emniyet yetkilisine anlattı gördüklerini ve ekledi “Bunlar moloz değil oğlum! Gelseniz hemen çok iyi olur…”

Sabah mahalle sakinleri yavaş yavaş uyandıklarında bölgeyi saran onlarca sivil ekip, polis ekibi ve askerî araçlarla karşılaştılar. Ekiplerin bir kısmı çöplüğü karış karış araştırırken bir kısmı da bey amcanın bulduğu siyah çöp poşetlerini bir bir askerî kamyonete taşıdılar.

Bir ev hanımı yeni kalkan komşusuna mahallelinin başına gelenleri anlatmakta gecikmedi, “Askerî depolardan çalınan çok sayıda silahı bizim çöplükte bulmuşlar komşu!..”

Gerçekten de çok sayıda askeri mühimmat ve patlayıcı Şapçı’daki çöplükte bulunmuştu. Bölgedeki yetkililerin ağzını bıçak açmasa da, yerel basın bu konuda bir şey öğrenemese de, Atina basını imdada yetişti.

Ulusal medya, Dedeağaç’taki (Alexandroupoli) bir askerî birliğin deposundan 28 Kasım 2008’de çalınan silahların çöplükte bulunduğunu aktardı haber bültenlerinde. Siyah poşetler içinde bulunan mühimmat arasında 81 mm çapında 5 adet füze, 2 adet "Milan" adlı tanksavar roketi, el bombaları ve diğer askerî patlayıcılar vardı.

Terörle Mücadele Birimleri, Genelkurmay Başkanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı çöplükte bulunan cephanelikle ilgili alarma geçerken, çalınan mühimmatın askerî yetkililer tarafından bildirilmediğini de belirtiyordu Atina basını. Çünkü Genelkurmay, 3 ay önce yaptığı açıklamada askerî depodan sadece 5 füzenin çalındığını açıklamıştı. Millan tanksavar roketlerinin de çalındığını yeni öğreniyordu Yunan halkı…

Akılları karışmıştı insanların. 2 adet Millan tanksavar roketinin çalındığını neden bildirmemişti ki Genelkurmay?

Daha sonra Genelkurmay’dan basın açıklaması geldi bütün basın kuruluşlarına. Askerî yetkililer çöplükte bulunan muhimmatın bahse konu tarihli hırsızlık olayında çalınan silahlar olduğunu doğruluyorlardı. Bir askeri yetkili, zaten fırlatma sistemi olmadan Millan tanksavarlarının bir işe yaramayacağını açıkladı. Doğrudur, belki bu yüzden çöpe attı hırsızlar onca füzeyi…

Şimdi Terörle Mücadele Birimi, Evros bölgesinde hırsızlığı kimin yaptığını ve bunca silahı nerede kullanmayı planladığı üzerinde araştırmalarını yapıyor. Füzelerin çalındığı depoda, bu sefer emniyet mensuplarının ve terörle mücadele birimlerinin de katılımıyla tekrar sayım yapılıyor; unutulan, gözden kaçan, başka füze, top, tank, mank olmasın diye!...


Free Blogspot Templates by Isnaini Dot Com and Supercar Pictures. Powered by Blogger