FBI'a çevirmen olarak işe giren, bir süre sonra “bazı yolsuzlukları” basına açıklayarak ünlenen ve sonunda işinden olan Sibel Edmonds adlı Türk kızını hatırlayacaksınız. Hani FBI'da çevirmenken "İstihbarat raporları zamanında çevrilse 11 Eylül önlenirdi" diye basına açıklamalarda bulunan ve ardından alelacele işinden edilen Türk kökenli Amerikan vatandaşını. Aradan üç sene geçtiği için hâlâ hatırlayamadıysanız Sibel’in hikayesini kısaca anlatmakta fayda var.
Hikayenin aslı, Sibel Edmonds’un dünyayı yeni bir kaosa sokan İkiz Kule saldırılarından sonra çeviri yapmak için ABD'nin en önemli iki istihrabat teşkilatından biri olan FBI tarafından işe alınmasıyla başlar. Ancak işe başlamasının ardından çok kısa bir süre sonra FBI’da birçok usulsüzlük yapıldığına, üst düzey FBI yetkililerinin bütçeden fazla pay alabilmek amacıyla işleri bilerek yavaşlattığına şahit olur. Hatta kendi çevirileri amirleri tarafından bu amaçla silinir. Sibel, ABD'nin 11 Eylül saldırıları ile ilgili önceden yeterli bilgiye sahip olduğunu ancak yanlış ve eksik tercüme nedeniyle saldırıyı engelleyemediğini ileri sürer. İş bunlarla da bitmez. Sibel, kendisiyle birlikte çalışan bir başka tercümanın, bir "Türk örgütü" adına casusluk yaptığını, hatta kendisine işbirliği önerdiğini de ileri sürer. Sibel'in ifadesine göre, Melek Jan Dickerson, ABD Savunma ve Dışişleri Bakanlığı'na sızmış yeraltı örgütü bağlantılı bir Türk casusu kolluyordur ve onun kimliğini açığa çıkaracak tercümeleri hasır altı etmektedir. Sibel Edmonds, tüm bu iddialarını hazırladığı ayrıntılı bir raporla FBI'ın üst düzey yetkililerine bildirir. Ancak raporu bir türlü ciddiye alınmaz. Hatta FBI yönetimi olaya müdahale etmek yerine Sibel'in işine son vermeyi tercih eder. Bu noktadan itibaren istihbarat teşkilatıyla Sibel arasındaki kavga da başlar. Edmonds, FBI'ı kendisini haksız yere işten attığı gerekçesiyle dava eder. CBS televizyonuna çıkarak kurumda yaşananları anlatır. Ancak eski Adalet Bakanı John Ashcroft devlet sırlarının açığa çıkacağını ileri sürerek davanın düşürülmesini ister. Bu isteği ABD'li yargıçlar tarafından da uygun görülünce Sibel, olayı "oyun daha bitmedi" diyerek yüksek mahkemeye taşıma kararı alır.
Olaylar kısaca bu şekilde cereyan ederken, geçenlerde ABD Adalet Bakanlığı yaptığı inceleme sonucunda Sibel Edmonds’u haklı buldu. Dava süreci üç yıl sürse de neticede Edmonds'un işten atılmasına neden olan iddiaları araştıran Adalet Bakanlığı Komisyonu, Sibel Edmonds'un istihbarat teşkilatı ile ilgili sözlerinin gerçek olabileceği sonucuna vardı ve komisyonun karar metninde, "FBI birçok kanıta rağmen Edmonds'un iddialarını yeterince araştırmamış ve hâlâ da araştırmamaktadır. Eldeki deliller ve şahitler, Sibel Edmonds'un haklılığını ortaya çıkarmaktadır" ifadeleri yer aldı. Komisyon raporu sayesinde Sibel Edmonds, sadece kendisini temize çıkarmış olmadı, FBI'ya karşı olan davasında da çok önemli bir avantaj yakaladı.Sibel ile FBI arasındaki dava süreci Yüksek mahkemede kaldığı yerden devam edecek gibi gözüküyor. En azından ben bu davayı dikkatle izlemeye devam edeceğim.
Çevirmenlik gerçekten çok zor bir meslek. Adeta büyücü çırağı olmak gibi birşey. Büyünün tutmasında çırağın büyüye katkı payı ne kadarsa, çevirmenlerin yaşamımıza katkısı da o kadar.
Çevirmenliğin belli başlı bir ahlak muhtevası elbette var ve büyücülükle ilişkilendirmek bu işle uğraşanlarımızın canını sıkabilir. Fakat büyücü çırağı derken esasında istihbarat birimlerinde görevli veya bu birimlere part time çalışan çevirmenleri ifade etmek istedim, ne alakası var diyeceklerini bilerek.
İstihbarat merkezli çevirmenlerin normal çevirmenlere göre ahlak muhtevası değişkendir. Bu değişkenliğin nedeni çalışılan istihbarat kurumunun hangi ülkeye bağlı olduğudur.
Yunanistan ve Türkiye arasındaki ilişkileri etkileyen, Theodore Couloumbis’in kendine has ifade tarzıyla “zehirleyen” konuların başında Kıbrıs ve Azınlıklar konusu gelir. Çatışmaya neden olan konuların sadece Kıbrıs ve Azınlıklar olduğunu iddia etmiyorum. Sadece kullanılan sembollerden yazılı geçmiş tarihe, yer adlarında yaşanılan “kimlik” çatışmalarından okul kitaplarındaki safsatalara kadar uzanan geniş bir yelpazenin ikincil sorunlarından daha çok Kıbrıs ve Azınlıklar konusunun önemli olduğunun altını çizmek istedim. Her halükarda iki ulus arasındaki çatışmaların merkezinde, normal çevirmenlere göre ahlâk muhtevası değişkenlik arz eden istihbarat birimlerinin çevirmenleri bulunmaktadır. Ve bütün bu çatışmalarda, “öteki” ile iletişimi sağlayan çevirmenlerin önemi daha bir gün yüzüne çıkar.
Doğrusu iki ulus arasında Amerika’nın ikiz kulelerinin veya Pentagon’un başına gelen terör olayları gibi bir bela yok. Fakat en basitinden Yunan uyruklu olmayan “Helenler” için biz Türkler Rum kelimesini tercih ederken, Suudi Arabistan’dan gönderilen mektuplarda Arap alfabesiyle “Yunanistan” yazıldığında sorun etmeyen, fakat Türkiye’den gönderilen mektuplarda Yunanistan yazdığı zaman sorun eden anlayışa kadar uzanan çetrefilli ve kimi zaman “gereksiz” inatlaşmaların ardında yatan nedenlerden biri de çevirmenlerdir.
Hâl böyle olunca Sibel Edmonds’un iddia ettiği gibi “istihbarat çalışanları zamanında ve önyargısız çevirse, iki ülke arasında yaşanılan gerginlikler önlenebilir” diye iddia edilse çok ta abartılmış olunmaz sanırım.
Duyarlılıklarını kontrol etmeye ve sakinleştirmeye çalışan, baş belası kelimeleri gördüğünde bu uygulamanın gerisinde yatan mantığı, “karşılıklık” ilkesinin çıkmazını kavrayabilen, iki ulusun psikolojisini bilen, yeni nesil çevirmenlere ihtiyacımız var. Simültane tercüme yapılırken yeri geldiğinde “karşılıklık” ilkesinin ezici esareti altında kalmayıp, Türk’ü Müslüman’a, Müslüman’ı Türk’e, Pontus’u Karadeniz’e, Denktaş’ın sözde devletini KKTC’ye çevirerek oluşabilecek gerginlikleri bir çırpıda geçiştirebilecek kıvrak zekalara ihtiyacımız var.
Normal çevirmenlikte esas, esere sadakattir diyenlerinizi duyar gibi oluyorum, veya simültane tercüme ile makale tercümesinin farklı işler olduğunu. Oysa esasında istihbarat birimlerine çalışan tercümanların iki ulusu hem bağlayıcı hem ayırıcı bir işlevi var. Çevirileri zamanında yapmayan, hasır altı eden veya baş belası kelimeleri tahrik amacıyla üzerine basa basa tercüme eden bir çevirmenin normal hayatta saklı kalması imkânsızdır. Eser sahibi aldığı eleştirilerden tercümanın hata yaptığını anlayabilir. Fakat istihbarat birimlerine çalışan tercümanların çevirilerini eserin sahibi asla görmez. Hata yapılan veya hasır altı edilen veya bilinçli geciktirilen bir işi denetleyemez. O yüzden görevli çevirmenlerin iki ulusu hem bağlayıcı hem ayırıcı işlevi olduğu inkâr edilemez. Ben böyle derken çevirmenlerin tek günah keçisi olduklarını demeye getirdiğimi düşündüklerini ve içten içe kızdıklarını biliyorum. Lâkin böyle bir niyetim yok. Onlar neticede aldıkları maaşın karşılığı olan işi yapıyorlar. Bu kadar ince düşünmelerine gerekte olmayabilir. Sonuçta eser sahibi bu hassasiyeti göstermeli diyebilirler. Yine de çevirmenliğin önemini anlatmakta fayda var.
***
Bir çevirmen, faşist bir devletin vesayetinde çalışıyorsa koyulacak ahlak muhtevası bir başka, liberal bir devletin vesayeti altında çalışıyorsa koyulacak ahlak muhtevası bir başka, sosyalist bir devletin vesayeti altında çalışıyorsa koyulacak ahlak muhtevası bir başkadır ve bu diğer ideolojiler şeklinde sürdürülebilir…
Daha baştan herhangi bir “izm” uğruna hürriyetimi feda etmeyecek kadar karakterliyim diyorsanız, istihbarat kurumlarında çevirmen olmak asla size göre bir meslek değildir. Ama diyelim ki çevirmensiniz, o zaman devletinizin bazı hareketlerinde endirek olarak parmağınız var demektir. Dedim ya adeta büyücü çırağı olmak gibi birşey.
Diyelim ki ile başlayıp istihbarat kurumunda çalışan bir çevirmensiniz dedik ya, hayal kurmaya devam edip şimdi bir de diyelim ki faşist bir devletin istihbarat kurumunda çevirmensiniz. O zaman bu iş daha da karmaşıklaşır. Zira faşist devlet, bildiğimiz klasik millet-devlettir, yani ne var ne yoksa her şey devlettedir, hiçbir şey devletin dışında olamaz. Cemil Meriç faşist devleti anlatırken bir ara, “faşizmin devleti bizatihi bir gayedir: Tanrı tanımayanların tanrısıdır bu devlet. Görülüyor ki faşizm bir devletperestliktir” der.
Faşist devlet derken Mussolini’nin istihbarat kurumunda çalışan bir çevirmenin durumunu hayal edersek bu durum daha da enteresan bir hal alabilir. Çünkü Mussolini 1924’de “biz faşistler, geleneğe dayanan bütün siyasi doktrinleri redddecek kadar cesuruz. Hem aristokratız, hem demokrat, devrimciyiz de, gericiyiz de, proleteryadan yanayız, proleteryaya karşıyız, barışçıyız, barışa karşıyız. Sabit bir nokta olması yeter. O da millet kavramıdır” der.
Her halükarda faşizm devleti göklere çıkarır. Kuvvetlilerin aracı, zayıfların güvencesidir devlet. Devlet her şeydir, kâdir-i mutlaktır. Bireyler toptan devlete bağlıdır. Her şey devlet için, her şey devletle. Durum böyle olunca çevirmen olarak yapacağınız iş hayli çetrefilli bir hal alır. Karamanlıların Anadolu sakinlerinden türkofon Hıristiyan Ortodokslar olduklarını ve bu topluluğun dinlerini değiştirmiş olan Türklerden oluştuğunu düşünüyorsanız aksini iddia eden bir makaleyi tercüme ederken hissedeceğiniz kızgınlığı veya Karamanlıların dillerini değiştirmiş Yunanlılar olduklarını inanıyorsanız, yukarıdaki savı öne süren bir makaleyi tercüme ederken hissedeceğiniz kızgınlığı tahmin edebiliyorum.
Neyse canım. Bunlar çevirmen olanlar için çok ta önemli olmayabilir. Üstelik Meriç’in iki yakası da Allah’tan faşist bir güdümün etkisi altında değil. Bunca ürettiğim komplo teorisine rağmen Yunanca’dan Türkçe’ye veya Türkçe’den Yunanca’ya çevirmenlik görevini üstlenmiş tercümanlarımızın içi rahat ediyor olmalı. Hem onlar hiçbir “izm” uğruna hürriyetlerini feda etmeyecek kadar karakterlidirler. Tıpkı Sibel Edmonds gibi. Büyücü çırağı olup olmadıklarına karar verebilecek yetkili merciin kendileri olduklarını düşünüyorlarsa zaten bizler ne yapabiliriz ki!
Ama iki ulus arasındaki iletişimin sağlanmasında önemli bir rol üstlenen çevirmenlerimize ki belirtmekte fayda var Türkçe yazdığım için bütün bu söylediklerimin bir tarafa gönderme olduğunu sananlar varsa yanılıyorlar. Son bir çift laf etmeden edemeyeceğim.
Her yazarın makalesi kendi inançlarıyla bezeli bir külliyatın parçasıdır. Külliyatı tetebbu etmeyenlere sırlarını ifşa etmez makaleler.
***
İşte güzel bir kılavuz:
DAHA İYİ TÜRK YUNAN İLİŞKİLERİ İÇİN
YAP YAPMA KILAVUZU
HERKÜL MİLLAS
DAHA İYİ TÜRK YUNAN İLİŞKİLERİ İÇİN YAP YAPMA KILAVUZU’nun Türkçe baskısı, Türkiye-Yunanistan Dostluk Derneği, Çanakkale Belediyesi, Aliağa Belediyesi, Altınoluk Belediyesi, Balçova Belediyesi, Köyceğiz Belediyesi, Marmaris Belediyesi ve İzmir Ticaret Odası’nın destekleriyle Tarih Vakfı tarafından 2002 yılında yayımlanmış şahane bir eser. Bizler gibi Azınlık bireyi olan Herkül Milas bu kılavuzu bir sürü yanlış anlamaya neden olan ve iki ulus arasında yakınlaşmayı zorlaştıran hastalıkları tekrarlamak istemeyenler için hazırlamış. Ama bu kılavuzun tersinden de kullanılabileceğini ve gerginliği artıracak saldırgan kimseler ile Türk ve Yunan milliyetçilerini de tatmin edebileceğini belirterek.
Kitap en başta üçüncü bir ülkede yayımlanmak amacıyla İngilizce yazılmış. Bunun sebebini, “Yunanistan’da ya da Türkiye’de yayımlanan her kitap genellikle “öteki” tarafça önyargılı sayılır” diyerek açıklıyor Milas. Fakat sonuçta kitabın aynı anda Yunanistan’da İngilizce ve Yunanca, Türkiye’de ise Türkçe olarak yayımlanması kararlaştırılmış.
Milas kitabın arka kapağında kimseyi incitmemek için olsa gerek, “kuşku ya da anlaşmazlık durumunda İngilizce metin esastır; diğerleri çeviridir” diyerek çevirmenlerin olabilecek hatalarını veya okurun şartlanmışlığını hicvetmek istemiş.
Severek bir çırpıda okuduğum kitabı, Azınlıklar ve Türk-Yunan ilişkileri ile ilgilenenlerin mutlaka okuması gerek.
İlgilenenler için:
DAHA İYİ TÜRK YUNAN İLİŞKİLERİ İÇİN
YAP YAPMA KILAVUZU
HERKÜL MİLLAS
Tarih Vakfı Yayınları
İstanbul, Haziran 2002
Valikonağı Cad. Samsun Apt. No:57 Kat:2 90220 Nişantaşı- İstanbul
Tel: 00 90 212 233 21 61
Faks: 00 90 212 234 32 90
http://www.tarihvakfi.org.tr/
yayın@tarihvakfi.org.tr
Hikayenin aslı, Sibel Edmonds’un dünyayı yeni bir kaosa sokan İkiz Kule saldırılarından sonra çeviri yapmak için ABD'nin en önemli iki istihrabat teşkilatından biri olan FBI tarafından işe alınmasıyla başlar. Ancak işe başlamasının ardından çok kısa bir süre sonra FBI’da birçok usulsüzlük yapıldığına, üst düzey FBI yetkililerinin bütçeden fazla pay alabilmek amacıyla işleri bilerek yavaşlattığına şahit olur. Hatta kendi çevirileri amirleri tarafından bu amaçla silinir. Sibel, ABD'nin 11 Eylül saldırıları ile ilgili önceden yeterli bilgiye sahip olduğunu ancak yanlış ve eksik tercüme nedeniyle saldırıyı engelleyemediğini ileri sürer. İş bunlarla da bitmez. Sibel, kendisiyle birlikte çalışan bir başka tercümanın, bir "Türk örgütü" adına casusluk yaptığını, hatta kendisine işbirliği önerdiğini de ileri sürer. Sibel'in ifadesine göre, Melek Jan Dickerson, ABD Savunma ve Dışişleri Bakanlığı'na sızmış yeraltı örgütü bağlantılı bir Türk casusu kolluyordur ve onun kimliğini açığa çıkaracak tercümeleri hasır altı etmektedir. Sibel Edmonds, tüm bu iddialarını hazırladığı ayrıntılı bir raporla FBI'ın üst düzey yetkililerine bildirir. Ancak raporu bir türlü ciddiye alınmaz. Hatta FBI yönetimi olaya müdahale etmek yerine Sibel'in işine son vermeyi tercih eder. Bu noktadan itibaren istihbarat teşkilatıyla Sibel arasındaki kavga da başlar. Edmonds, FBI'ı kendisini haksız yere işten attığı gerekçesiyle dava eder. CBS televizyonuna çıkarak kurumda yaşananları anlatır. Ancak eski Adalet Bakanı John Ashcroft devlet sırlarının açığa çıkacağını ileri sürerek davanın düşürülmesini ister. Bu isteği ABD'li yargıçlar tarafından da uygun görülünce Sibel, olayı "oyun daha bitmedi" diyerek yüksek mahkemeye taşıma kararı alır.
Olaylar kısaca bu şekilde cereyan ederken, geçenlerde ABD Adalet Bakanlığı yaptığı inceleme sonucunda Sibel Edmonds’u haklı buldu. Dava süreci üç yıl sürse de neticede Edmonds'un işten atılmasına neden olan iddiaları araştıran Adalet Bakanlığı Komisyonu, Sibel Edmonds'un istihbarat teşkilatı ile ilgili sözlerinin gerçek olabileceği sonucuna vardı ve komisyonun karar metninde, "FBI birçok kanıta rağmen Edmonds'un iddialarını yeterince araştırmamış ve hâlâ da araştırmamaktadır. Eldeki deliller ve şahitler, Sibel Edmonds'un haklılığını ortaya çıkarmaktadır" ifadeleri yer aldı. Komisyon raporu sayesinde Sibel Edmonds, sadece kendisini temize çıkarmış olmadı, FBI'ya karşı olan davasında da çok önemli bir avantaj yakaladı.Sibel ile FBI arasındaki dava süreci Yüksek mahkemede kaldığı yerden devam edecek gibi gözüküyor. En azından ben bu davayı dikkatle izlemeye devam edeceğim.
Çevirmenlik gerçekten çok zor bir meslek. Adeta büyücü çırağı olmak gibi birşey. Büyünün tutmasında çırağın büyüye katkı payı ne kadarsa, çevirmenlerin yaşamımıza katkısı da o kadar.
Çevirmenliğin belli başlı bir ahlak muhtevası elbette var ve büyücülükle ilişkilendirmek bu işle uğraşanlarımızın canını sıkabilir. Fakat büyücü çırağı derken esasında istihbarat birimlerinde görevli veya bu birimlere part time çalışan çevirmenleri ifade etmek istedim, ne alakası var diyeceklerini bilerek.
İstihbarat merkezli çevirmenlerin normal çevirmenlere göre ahlak muhtevası değişkendir. Bu değişkenliğin nedeni çalışılan istihbarat kurumunun hangi ülkeye bağlı olduğudur.
Yunanistan ve Türkiye arasındaki ilişkileri etkileyen, Theodore Couloumbis’in kendine has ifade tarzıyla “zehirleyen” konuların başında Kıbrıs ve Azınlıklar konusu gelir. Çatışmaya neden olan konuların sadece Kıbrıs ve Azınlıklar olduğunu iddia etmiyorum. Sadece kullanılan sembollerden yazılı geçmiş tarihe, yer adlarında yaşanılan “kimlik” çatışmalarından okul kitaplarındaki safsatalara kadar uzanan geniş bir yelpazenin ikincil sorunlarından daha çok Kıbrıs ve Azınlıklar konusunun önemli olduğunun altını çizmek istedim. Her halükarda iki ulus arasındaki çatışmaların merkezinde, normal çevirmenlere göre ahlâk muhtevası değişkenlik arz eden istihbarat birimlerinin çevirmenleri bulunmaktadır. Ve bütün bu çatışmalarda, “öteki” ile iletişimi sağlayan çevirmenlerin önemi daha bir gün yüzüne çıkar.
Doğrusu iki ulus arasında Amerika’nın ikiz kulelerinin veya Pentagon’un başına gelen terör olayları gibi bir bela yok. Fakat en basitinden Yunan uyruklu olmayan “Helenler” için biz Türkler Rum kelimesini tercih ederken, Suudi Arabistan’dan gönderilen mektuplarda Arap alfabesiyle “Yunanistan” yazıldığında sorun etmeyen, fakat Türkiye’den gönderilen mektuplarda Yunanistan yazdığı zaman sorun eden anlayışa kadar uzanan çetrefilli ve kimi zaman “gereksiz” inatlaşmaların ardında yatan nedenlerden biri de çevirmenlerdir.
Hâl böyle olunca Sibel Edmonds’un iddia ettiği gibi “istihbarat çalışanları zamanında ve önyargısız çevirse, iki ülke arasında yaşanılan gerginlikler önlenebilir” diye iddia edilse çok ta abartılmış olunmaz sanırım.
Duyarlılıklarını kontrol etmeye ve sakinleştirmeye çalışan, baş belası kelimeleri gördüğünde bu uygulamanın gerisinde yatan mantığı, “karşılıklık” ilkesinin çıkmazını kavrayabilen, iki ulusun psikolojisini bilen, yeni nesil çevirmenlere ihtiyacımız var. Simültane tercüme yapılırken yeri geldiğinde “karşılıklık” ilkesinin ezici esareti altında kalmayıp, Türk’ü Müslüman’a, Müslüman’ı Türk’e, Pontus’u Karadeniz’e, Denktaş’ın sözde devletini KKTC’ye çevirerek oluşabilecek gerginlikleri bir çırpıda geçiştirebilecek kıvrak zekalara ihtiyacımız var.
Normal çevirmenlikte esas, esere sadakattir diyenlerinizi duyar gibi oluyorum, veya simültane tercüme ile makale tercümesinin farklı işler olduğunu. Oysa esasında istihbarat birimlerine çalışan tercümanların iki ulusu hem bağlayıcı hem ayırıcı bir işlevi var. Çevirileri zamanında yapmayan, hasır altı eden veya baş belası kelimeleri tahrik amacıyla üzerine basa basa tercüme eden bir çevirmenin normal hayatta saklı kalması imkânsızdır. Eser sahibi aldığı eleştirilerden tercümanın hata yaptığını anlayabilir. Fakat istihbarat birimlerine çalışan tercümanların çevirilerini eserin sahibi asla görmez. Hata yapılan veya hasır altı edilen veya bilinçli geciktirilen bir işi denetleyemez. O yüzden görevli çevirmenlerin iki ulusu hem bağlayıcı hem ayırıcı işlevi olduğu inkâr edilemez. Ben böyle derken çevirmenlerin tek günah keçisi olduklarını demeye getirdiğimi düşündüklerini ve içten içe kızdıklarını biliyorum. Lâkin böyle bir niyetim yok. Onlar neticede aldıkları maaşın karşılığı olan işi yapıyorlar. Bu kadar ince düşünmelerine gerekte olmayabilir. Sonuçta eser sahibi bu hassasiyeti göstermeli diyebilirler. Yine de çevirmenliğin önemini anlatmakta fayda var.
***
Bir çevirmen, faşist bir devletin vesayetinde çalışıyorsa koyulacak ahlak muhtevası bir başka, liberal bir devletin vesayeti altında çalışıyorsa koyulacak ahlak muhtevası bir başka, sosyalist bir devletin vesayeti altında çalışıyorsa koyulacak ahlak muhtevası bir başkadır ve bu diğer ideolojiler şeklinde sürdürülebilir…
Daha baştan herhangi bir “izm” uğruna hürriyetimi feda etmeyecek kadar karakterliyim diyorsanız, istihbarat kurumlarında çevirmen olmak asla size göre bir meslek değildir. Ama diyelim ki çevirmensiniz, o zaman devletinizin bazı hareketlerinde endirek olarak parmağınız var demektir. Dedim ya adeta büyücü çırağı olmak gibi birşey.
Diyelim ki ile başlayıp istihbarat kurumunda çalışan bir çevirmensiniz dedik ya, hayal kurmaya devam edip şimdi bir de diyelim ki faşist bir devletin istihbarat kurumunda çevirmensiniz. O zaman bu iş daha da karmaşıklaşır. Zira faşist devlet, bildiğimiz klasik millet-devlettir, yani ne var ne yoksa her şey devlettedir, hiçbir şey devletin dışında olamaz. Cemil Meriç faşist devleti anlatırken bir ara, “faşizmin devleti bizatihi bir gayedir: Tanrı tanımayanların tanrısıdır bu devlet. Görülüyor ki faşizm bir devletperestliktir” der.
Faşist devlet derken Mussolini’nin istihbarat kurumunda çalışan bir çevirmenin durumunu hayal edersek bu durum daha da enteresan bir hal alabilir. Çünkü Mussolini 1924’de “biz faşistler, geleneğe dayanan bütün siyasi doktrinleri redddecek kadar cesuruz. Hem aristokratız, hem demokrat, devrimciyiz de, gericiyiz de, proleteryadan yanayız, proleteryaya karşıyız, barışçıyız, barışa karşıyız. Sabit bir nokta olması yeter. O da millet kavramıdır” der.
Her halükarda faşizm devleti göklere çıkarır. Kuvvetlilerin aracı, zayıfların güvencesidir devlet. Devlet her şeydir, kâdir-i mutlaktır. Bireyler toptan devlete bağlıdır. Her şey devlet için, her şey devletle. Durum böyle olunca çevirmen olarak yapacağınız iş hayli çetrefilli bir hal alır. Karamanlıların Anadolu sakinlerinden türkofon Hıristiyan Ortodokslar olduklarını ve bu topluluğun dinlerini değiştirmiş olan Türklerden oluştuğunu düşünüyorsanız aksini iddia eden bir makaleyi tercüme ederken hissedeceğiniz kızgınlığı veya Karamanlıların dillerini değiştirmiş Yunanlılar olduklarını inanıyorsanız, yukarıdaki savı öne süren bir makaleyi tercüme ederken hissedeceğiniz kızgınlığı tahmin edebiliyorum.
Neyse canım. Bunlar çevirmen olanlar için çok ta önemli olmayabilir. Üstelik Meriç’in iki yakası da Allah’tan faşist bir güdümün etkisi altında değil. Bunca ürettiğim komplo teorisine rağmen Yunanca’dan Türkçe’ye veya Türkçe’den Yunanca’ya çevirmenlik görevini üstlenmiş tercümanlarımızın içi rahat ediyor olmalı. Hem onlar hiçbir “izm” uğruna hürriyetlerini feda etmeyecek kadar karakterlidirler. Tıpkı Sibel Edmonds gibi. Büyücü çırağı olup olmadıklarına karar verebilecek yetkili merciin kendileri olduklarını düşünüyorlarsa zaten bizler ne yapabiliriz ki!
Ama iki ulus arasındaki iletişimin sağlanmasında önemli bir rol üstlenen çevirmenlerimize ki belirtmekte fayda var Türkçe yazdığım için bütün bu söylediklerimin bir tarafa gönderme olduğunu sananlar varsa yanılıyorlar. Son bir çift laf etmeden edemeyeceğim.
Her yazarın makalesi kendi inançlarıyla bezeli bir külliyatın parçasıdır. Külliyatı tetebbu etmeyenlere sırlarını ifşa etmez makaleler.
***
İşte güzel bir kılavuz:
DAHA İYİ TÜRK YUNAN İLİŞKİLERİ İÇİN
YAP YAPMA KILAVUZU
HERKÜL MİLLAS
DAHA İYİ TÜRK YUNAN İLİŞKİLERİ İÇİN YAP YAPMA KILAVUZU’nun Türkçe baskısı, Türkiye-Yunanistan Dostluk Derneği, Çanakkale Belediyesi, Aliağa Belediyesi, Altınoluk Belediyesi, Balçova Belediyesi, Köyceğiz Belediyesi, Marmaris Belediyesi ve İzmir Ticaret Odası’nın destekleriyle Tarih Vakfı tarafından 2002 yılında yayımlanmış şahane bir eser. Bizler gibi Azınlık bireyi olan Herkül Milas bu kılavuzu bir sürü yanlış anlamaya neden olan ve iki ulus arasında yakınlaşmayı zorlaştıran hastalıkları tekrarlamak istemeyenler için hazırlamış. Ama bu kılavuzun tersinden de kullanılabileceğini ve gerginliği artıracak saldırgan kimseler ile Türk ve Yunan milliyetçilerini de tatmin edebileceğini belirterek.
Kitap en başta üçüncü bir ülkede yayımlanmak amacıyla İngilizce yazılmış. Bunun sebebini, “Yunanistan’da ya da Türkiye’de yayımlanan her kitap genellikle “öteki” tarafça önyargılı sayılır” diyerek açıklıyor Milas. Fakat sonuçta kitabın aynı anda Yunanistan’da İngilizce ve Yunanca, Türkiye’de ise Türkçe olarak yayımlanması kararlaştırılmış.
Milas kitabın arka kapağında kimseyi incitmemek için olsa gerek, “kuşku ya da anlaşmazlık durumunda İngilizce metin esastır; diğerleri çeviridir” diyerek çevirmenlerin olabilecek hatalarını veya okurun şartlanmışlığını hicvetmek istemiş.
Severek bir çırpıda okuduğum kitabı, Azınlıklar ve Türk-Yunan ilişkileri ile ilgilenenlerin mutlaka okuması gerek.
İlgilenenler için:
DAHA İYİ TÜRK YUNAN İLİŞKİLERİ İÇİN
YAP YAPMA KILAVUZU
HERKÜL MİLLAS
Tarih Vakfı Yayınları
İstanbul, Haziran 2002
Valikonağı Cad. Samsun Apt. No:57 Kat:2 90220 Nişantaşı- İstanbul
Tel: 00 90 212 233 21 61
Faks: 00 90 212 234 32 90
http://www.tarihvakfi.org.tr/
yayın@tarihvakfi.org.tr
Azınlıkça
Sayı:7
Şubat 2005
0 yorum:
Yorum Gönder