Yazar için kaç kişi düşüncelerini paylaşacak veya kaç kişi kendisiyle hemfikir olacak pek önemli olmayabilir. Neticede yazar yazısını yazar, belki kendisi için, kendi kendisini tatmin etmek için. Gerisini düşünmediğini de iddia edebilir. Fakat okur yazılanda kendisinden bir şey bulamıyorsa ne yazının ne de yazarın bir anlamı olmaz. Ne kitabı ne de makalesi yayımlanır yazarın. Ta ki yazılanda kendisini bulacak okuruna rastlayacağı güne kadar. Okuru çoğaldıkça yazarın, yazdıkları anlam kazanır. Bu yüzden, “kendim için yazıyorum” diyen yazar bile gerçekte okurla bütünleşebildiği ölçüde var olduğunu bilir. Bu yüzden okunmak ister yazar, daha çok okunmak…
Okurun yazılandan aldığı “şey”, her zaman güzel “şey” olmayabilir. Kin, garez, şehvet, intikam, hırs, küfürbâzlık, külhanbeyliği gibi “özelliklere” sahip yazar, okuruna bu “şey”lerle de yazdığını okutabilir. Okurla bu “şey”lerle bütünleşen yazar da sonuçta okunmak ister, daha çok okunmak…
Oysa unutulan okuduğumuzun sadece bir yazı veya bir yazar olmadığıdır. Okura sunulan her yazının bir perde arkası bir de perde sonu vardır.
En başta yazar bir olayla karşılaşır. Kimi zaman olaydaki kahramandır yazarımız, kimi zaman bir seyirci. İşte okuma işi ilk burada başlar. Karşılaştığı veya yaşadığı olayı okur yazarımız. Doğru duydunuz. Başta yazarımız bir okurdur. Okuduğunu kağıda dökünce yazan olur. Yazısı okundukça da yazar.
Peki ya yazar olayı yanlış okuduysa? O zaman yardımımıza “yorum” kelimesi yetişebilir mi? Yazar olayı yanlış okumamış da, yanlış yorumlamış olabilir mi?
Hayır olamaz! Olamaz çünkü bir cümleyi tersten okumak neyse, olayı tersten yorumlamak da aynı sorumsuzluğun eseridir. Yazarsan, olayları doğru okuyacaksın! Yorum kattığın yerde sorumluluğunun gereğini yerine getireceksin!
Okurun sorumluluğu ise yazılanı okumakla başlar. Sadece hece hece yazıyı okumaz okur, hece hece yazıyı yorumlar, tartar, şekillendirir. Olayın perde sonu, yazıyı okuyan okurun elinde şekillenir. Bahse konu olan olayın oyuncularındansa okur veya canlı şahidiyse veya olayın seyircisiyse veya olayı ilk kez bu yazıyla öğreniyorsa bir başka türlü yorumlar yazıyı. Sonuçta tarafsız duramaz okur. Ucundan dahi olsa gerçekte bir hükme varır.
Bu okur köydeki bir çiftçi, şehirdeki bir doktor, konsolosluktaki bir bürokrat olsun hiç fark etmez. Yazı karşısında herkes sadece okurdur, yazarın da ilk başta okur olduğu gibi.
Vitrin köşesinde yayımlanan yazılardan okur bilir ki bu köşenin yazarı beğenmediği, hatta nefret ettiği faşist, popülist, sahtekâr tavırlar karşısında bile nezaket ölçüsünü aşmamış, haksız bulduğu iftiralara bile hiçbir zaman terbiye sınırlarını aşmayan bir üslupla cevap vermiştir.. Şu an okuduğunuz makalesinde aynı çizgiyi korumama kararı alan yazarı lütfen okuru affetsin…
***
Geçen ay Mihenk dergisinde iki yazı yayımlandı. Bir tanesi sözde “şifreli” bir masal, diğeri de umuma açık bir küfürnâmeydi. Her ikisinde de nezaket kuralları aşılmış. Besbelli popüler olmak için yazılmış iki yazı. Görünen o ki, yazı sahipleri başkasına saygı göstermek gibi bir insanlık erdemine ihtiyaç duymuyorlar.
Bu iki yazıdan biri olan umuma açık küfürnâmenin yazarı âdeti olduğu üzere aşağılık bir üslup kullanarak güzel insan İbram Onsunoğlu’na saldırmış, dilinden zehir, kaleminden kan damlatmış.
İnsaf ölçüsü olmayan, fikrî planda hiçbir değer taşımayan bu küfürnâmeye önem verilir mi? Üstelik bu yazısı ilk de değil.
*
Azınlıkça’nın bütün sayılarını kontrol edin, göreceksiniz ki bugüne kadar buna köy meydanında herkesin alay ettiği, en azından ciddiye almadığı bir tip gözüyle bakılmış, herkese küfür savurması, herkesle dalaşması mazur görülmüş ve “delidir ne yapsa yeridir” diyerek görmezlikten gelinmiştir. Fakat bu sefer iş başka! İşin ucu Koca Kapı’ya uzuyor!
Umuma açık küfürnâme de yazıyı kaleme alan da tek başına ele alındığında değer verilmeyecek şeyler. Üstelik kamuoyu, yazıyı kaleme alanı da hakkında yazılan kişiyi de biliyor ve bütün bu olanları da görüyor. Azınlık vicdanının ötesinde söz söylemeye gerek yok. O zaman bu makalenin esas konusu ne?
Esas konu, Mihenk’te yayımlanan masalda bazılarının Koca Kapı’nın uzantısı oldukları ifşaatının mide bulandırıyor, küfürnâmeye ve küfürnâmeyi kaleme alana değer kazandırıyor olması. Üzerinde durulması, tepki konulması gereken yer de burası. Eğer Koca Kapı’nın yeni veya eski hiç fark etmez bazı bürokratlarının amacı “karşıdakini” kendi piyonuna karşı çıldırtmak, “karşıdakini” kendi piyonlarına saldırtmak ve azınlık içi kargaşa çıkarmaksa atladıkları çok önemli bir nokta var.
*
Azınlık içi kavgalarda genelde Koca Kapı’ya yaslanma eğilimi kavganın galibini belirleyen etken olarak kullanılmaktadır. En çok kendisinin Koca Kapı’ya yaslandığını ve Koca Kapı’dan desteklendiğini ispatlayan taraf kavgadan galip ayrılır ve bölgesinin hâkimiyet hakkını kazanır. Bu tür kavgalarda yenilen tarafın da beklentisi veya hayali Koca Kapı’dan destek olduğundan yaşanılan kavga büyütülmez. Karşı taraftan küfür yiyen muhalif sonunda karşı tarafın elini eteğini öper, olay kapanır. Kimse Koca Kapı’ya kendisini nasıl kalkan olarak kullandırttığının veya kavgada nasıl doğrudan taraf olduğunun eleştirisini yapmaz. Susulur. İşte atlanan önemli nokta da burası. Hem de iki yönden atlanan bir nokta.
Bugüne kadar hiçbir zaman azınlık basınında, Koca Kapı’dan desteklendiğini iddia eden bir grubun aralarındaki çekişmenin sırlı dünyası, “Batık Tropikal Ormanı” adlı bir masal gibi, üstelik bu masal Koca Kapı rantı için kavga eden bu grubun çıkardığı bir dergide şerh edilmemişti.
Bugüne kadar hiçbir zaman bir konsolosun, bir azınlık ferdini imtihana soktuğu, imtihanı başarıyla geçtiği ve “gizli görevlere” getirdiği, üstelik bu açıklama Koca Kapı rantı için kavga eden bu grubun çıkardığı bir dergide herkese meydan okurcasına açıklanmamıştı.
Bugüne kadar hiçbir zaman Mehmet Emin Aga’nın sahibi olduğu bir dergide, M. Emin Aga’nın Doğu Perinçek’le olan ilişkisi açıklanmamış ve Mehmet Emin Aga’ya hakaret edilmemişti.
Bugüne kadar hiçbir zaman bir konsolosa Mehmet Emin Aga’nın fırça attığı, Koca Kapı rantı için kavga eden bu grubun çıkardığı bir dergide ifşa edilmemişti.
Bunlar atlanan noktalar değil. Atlanan noktalar başka.
1’inci nokta: Bütün bu mide bulandırıcı ve diğer iğrenç ilişkilerin hepsinde kavganın göbeğinde Koca Kapı’nın olduğu ifşaatı atlanmış. Âdeta Susurluk, Şemdinli skandalı gibi bir şey bu. Koca Kapı rantı için bu grubun iç kavgası elbette basına yansıyabilir. Ama Koca Kapı’yı merkez alan, Koca Kapı’nın icraatlarını, organizasyonunu anlatan böylesi bir kavga, Koca Kapı’nın adamları olduğunu iddia edenler tarafından basına bu şekilde yansıtılamaz! Yansıtıldıktan sonra susan, bu iğrenç iddiaları bir türlü yalanlamayan Koca Kapı, başkaları da bu tür icraatlarını eleştirirse bir daha tutup tavır koyamaz!
*
Masal skandalı, birbirinden dehşet verici sırları gün yüzüne çıkarmış. Gerçi bundan bir sene önce, M. Emin Aga’nın Doğu Perinçek’le olan ilişkisi bu yazarın da ara sıra yazdığı derginizde yayımlanmıştı. İşin ilginç yanı, o dönemde azınlık basınında Aga’yı ve Perinçek’i koruyan bir yazı yayımlanmış, Doğu Perinçek’in Türk devletini temsîlen terörist Öcalan’la görüştüğü, Aga’nın ve Perinçek’in Türk devleti adına çalıştıkları söylenmişti. Kaderin cilvesine bakın ki yaklaşık bir buçuk sene sonra M. Emin Aga’nın sahibi olduğu dergide, M. Emin Aga’nın Perinçek’le olan ilişkisi yerden yere vurulmuş. Yine kaderin bir cilvesine bakın ki düne kadar Türkler için savaşan M. Emin Aga hakkında kendi dergisinde Yunan ajanı olduğu söylenmiş. Yine kaderin bir cilvesine bakın ki yine aynı dergide, Türkiye’nin Gümülcine Başkonsolosuna M. Emin Aga’nın nasıl kızdığı ve bazı ithamlarda bulunduğu ifşa edilmiş. Olacak iş değil!..
“Masal bu ya!” deyip işin içinden çıkmak da mümkün değil. Şifre olarak kullanılan kelimeler o kadar aslına yakın ki ve masalda anlatılan olaylar canlı şahitlerin tanıklığında o kadar kesin ki kıvırmaya bile yer kalmamış. “Kozam”ın Lozan olduğunu, “Gega”nın Ege olduğunu, veya “Bottezli Güvercin” gibi diğer basit “şifreleri” anlamayacak okur Azınlıkta yoktur herhalde.
*
Mihenk’in yayımladığı umuma açık küfürnâmenin göbeğinde de Koca Kapı oturtulmakta. Unutmayalım, bir konsolos tarafından imtihana tâbî tutulan ve imtihanı başarıyla geçen birisi bu yazıyı yazmış ve küfürnâmesinde açıkça Koca Kapı korunmuş, İbram Onsunoğlu aşağılanmış.
2’nci nokta: Umuma açık küfürnâmeyi kaleme alanın, eski başkonsolos tarafından imtihan edildiği, ardından imtihanı başarıyla geçtiği ve yeni başkonsolos tarafından da “Tilki”ye karşı desteklendiği, bahsedilen masalda cömertçe okurun bilgisine sunulmuş.
Sanki, küfürnâmeyle aynı sayıda yayımlanan masalı okuyan okurun küfürnâmeyi yazandan çok, bu küfürnâmeyi yazdıranı görmesi, anlaması istenmiş gibi. Kısacası: gereksiz yere millî gurur bir küfürbâza teslim edilmiş.
Oysa Koca Kapı’nın imtihanından geçtiği iddia edilen tarafından basına böyle bir küfürnâme yansıtılamaz! Yansıtıldıktan sonra susan, bu iğrenç iddiaları bir türlü yalanlamayanlar, başkaları da bu adamın kafasındaki Koca Kapı’yı ve bu iğrenç icraatlarını eleştirdi diye tutup tavır koyamaz!
*
Millî gurur anlaşılamayacak bir kavram değil. Sorun millî gururun sınırı. Sınır nerede bitiyor ona bakmak lâzım. Meselâ bir başkonsolos yanlış bir şey yaparsa veya doğru olanı yapmazsa ve millî gurur hemen onun yanlışını örtmeyi ve yapanı ödüllendirmeyi vazife ediniyorsa orada sınır aşılmış olur. Şahısların veya kurumların yanlışları millî gurur çerçevesinde değerlendirilemez. Değerlendirmeye kalkılacak olsa, millî gururu lekeleyen bu kurumun veya kişinin icraatı kınanarak değerlendirilebilir. Aksi bir tavır bile düşünülemez. Yoksa her yetkilinin kendisinin çizeceği millî gurur kavramı toplum arasında kaos yaratır. Net bir şekilde ifade etmek gerekirse, gayet tabiîdir ki bir cumhurbaşkanı, bir başbakan, bir bürokrat, bir savcı, bir hakim, bir devlet memuru, bir kanun, bir yasa, bir karar, bir yazar veya bir kurum eleştirilebilir. Türkiye’de üniversite rektörünü sorgulayan bir savcının milli gururunun olmadığı söylenemeyeceği gibi 5 yıldır azınlıktan saklanan bir mahkeme kararını açıklayan kişinin de millî gururu olmadığını kimse iddia edemez. Yayın danışmanı Onsunoğlu’nun Azınlıkça’da yayımlanan yazıları ortadadır. Onsunoğlu’nun eleştirileri çok açık ve nettir. Millî gurur devreye sokulmak isteniyorsa, ilk başta Onsunoğlu’nun yazılarında sınırı aşan nokta gösterilmelidir. Eğer geçmiş dönemde yapılan bir hatayı, üzeri örtülen bir dosyayı gazetecilik sorumluluğuyla yayımlamış ve canlı şahidi olduğu olayları yorumlamışsa bu en doğal hakkıdır. Başta gazetecilik değil, en tabiî insan hakkıdır bu yaptığı Onsunoğlu’nun.
Onsunoğlu’na karşı küfürbâz birisi kullanılarak psikolojik saldırı teknikleriyle bu meselenin üstesinden gelmeye çalışmak yanlış seçenektir. Psikolojik saldırı sabır ister. Oysa Onsunoğlu’na hakaret yağdırıp kaleminden kan damlayanda bu haslet yok.
Psikolojik saldırı uzun vadeli bir strateji ister. Oysa Onsunoğlu’nu hedef tahtasına koyanlarda bırakın on seneyi, bir senelik öngörü yok. Perspektifleri güdük, hedefleri kısa vadeli.
Psikolojik saldırı ekip çalışması ister. Oysa Onsunoğlu’na karşı saldıran kesimde ekip çalışması yok.
*
Beğenmediği bir fikri, tasvip etmediği bir düşünceyi eleştirmek herkesin hakkıdır. Hele okurun en doğal hakkı. Fakat yine de nezaketi elden bırakmadan cevap verir insan. Bel altına saldırmaz. Tartışılan konu üzerinde düşünceler beyan edilir, kişilik hakları ihlâl edilmez.
Yazılana veya yazara karşı varsa okurun bir itirazı kaç kere söyledik sayfalarımız herkese açık diye. Hiç önemli değil bu satırları yazanın da görüşleri eleştirilebilir elbet. “Yayımlanması amacıyla Azınlıkça’ya gönderdim de koymadılar benim yazımı” diyen var mı aranızda? Basın Meslek İlkeleri çerçevesinde buyurun yazın yazınızı, virgülüne dokunmadan yayımlayalım.
Onsunoğlu’na dönecek olursak: Bazı piyonların ısrarla küfür içeren bir üslup kullanmaları hiç hoş bir durum değildir. Küfürnâmeyi yazan için değil, onun ağzı öyle dönüyor. Belden aşağı vurmayı, bir kişinin sonunun nasıl olacağını bilme kâhinliğinde bulunmayı, hayatı boyunca komünist olmamış birine sanki çok çirkin bir şeymiş gibi komünist diyerek hakaret etmeyi, düşmanına saldırmak için konuyla alâkası olmayan bir cemaatin hakkına tecavüz etmeyi marifet sayıyor. Üstelik “kıpkızıl Müslümanlık yapıyorlar” diyerek kul hakkına girdiği kişilerin, “Gel Allah adına lanetleşelim! Eğer bahsettiğin gibi birileri Müslümanlığı kıpkızıl yapıyorsa, İslâm’ı kullanarak komünistlere yataklık veya yardaklık yapıyorsa Allah’ın laneti ve gazabı bizlerin, yok yapmıyorsa Allah’ın laneti ve gazabı senin üzerine olsun!” demeye çağırabileceklerini anlamıyor. Gözü bağlanmış küfürbâzın. Politik çıkarlarına müminler katılmıyor diye salyalarını köpürtüyor.
Son perdeye dönecek olursak, okur yazıyı hece hece okuduğu gibi yazının hece hece muhakemesini de yapar, hece hece tartar, hece hece biçer, sonunda kararını verir ve son perdeyi başlatır. Ne mi olur? Okuru aptal yerine koyan aldanır, okurunu adam yerine koyan kazanır…
Not 1: Bazıları Onsunoğlu ile küfürbâz tarafın ideoloji ayrımından dolayı çatıştıklarını söylüyormuş. Tamamen yanlış. Küfür, hakaret ve aşağılama bir ideoloji değil karakter bozukluğudur.
Not 2: Hiciv, yergi demektir, mizahsa gülmece. İdeolojik görüşler bu iki edebiyat türünde de her zaman hayat bulmuştur. MarkA Paşa hiciv sanatına örnek olarak gösterilebilir. Kaba hakaretse, ne yergidir ne de gülmece. Sadece küfürdür. Koca Kapı küfürle, hakaretle, aşağılamayla, hakaretamiz sözlerle savunulmaz. Savunulduğu zaman sanılanın aksine Koca Kapı ve yetkilileri derin tahribata uğrar. Okurun gözünden bu ince detay kaçmaz.
Not 3: Yazılarıyla sürekli hakaret ve küfür eden kişiler denge tutamaz. Zamanla çıldırır, yemek yediği kaba pisletir.
Not 4: Mihenk, Vaaz ve İrşat Heyeti tarafından yayımlanan, yazarlarının tamamı bu heyete üye olan dinî bir dergidir. Azınlıkça ise, farklı kesimlerden yazarı olan siyasî haber ve yorum dergisidir. Kulvarları farklıdır. Azınlıkça’da herkes görüşünü veya ideolojisini basın meslek ilkeleri çerçevesinde savunabilir. Kimseye yaptırım uygulanmaz.
Not 6: Mihenk’te yayımlanan küfürnâmeyi ve “şifreli” masalı bilmeyen okur, bu satırların yazarının neden böyle aykırı ve sert bir üslup kullandığını anlamayabilir. Anlamayan okur lütfen bahse konu olan küfürnâmeyi ve masalı okuyarak midesini bulandırmasın. Yeteri kadar biz bulandırdık zaten.
Azınlıkça
Sayı:17
Okurun yazılandan aldığı “şey”, her zaman güzel “şey” olmayabilir. Kin, garez, şehvet, intikam, hırs, küfürbâzlık, külhanbeyliği gibi “özelliklere” sahip yazar, okuruna bu “şey”lerle de yazdığını okutabilir. Okurla bu “şey”lerle bütünleşen yazar da sonuçta okunmak ister, daha çok okunmak…
Oysa unutulan okuduğumuzun sadece bir yazı veya bir yazar olmadığıdır. Okura sunulan her yazının bir perde arkası bir de perde sonu vardır.
En başta yazar bir olayla karşılaşır. Kimi zaman olaydaki kahramandır yazarımız, kimi zaman bir seyirci. İşte okuma işi ilk burada başlar. Karşılaştığı veya yaşadığı olayı okur yazarımız. Doğru duydunuz. Başta yazarımız bir okurdur. Okuduğunu kağıda dökünce yazan olur. Yazısı okundukça da yazar.
Peki ya yazar olayı yanlış okuduysa? O zaman yardımımıza “yorum” kelimesi yetişebilir mi? Yazar olayı yanlış okumamış da, yanlış yorumlamış olabilir mi?
Hayır olamaz! Olamaz çünkü bir cümleyi tersten okumak neyse, olayı tersten yorumlamak da aynı sorumsuzluğun eseridir. Yazarsan, olayları doğru okuyacaksın! Yorum kattığın yerde sorumluluğunun gereğini yerine getireceksin!
Okurun sorumluluğu ise yazılanı okumakla başlar. Sadece hece hece yazıyı okumaz okur, hece hece yazıyı yorumlar, tartar, şekillendirir. Olayın perde sonu, yazıyı okuyan okurun elinde şekillenir. Bahse konu olan olayın oyuncularındansa okur veya canlı şahidiyse veya olayın seyircisiyse veya olayı ilk kez bu yazıyla öğreniyorsa bir başka türlü yorumlar yazıyı. Sonuçta tarafsız duramaz okur. Ucundan dahi olsa gerçekte bir hükme varır.
Bu okur köydeki bir çiftçi, şehirdeki bir doktor, konsolosluktaki bir bürokrat olsun hiç fark etmez. Yazı karşısında herkes sadece okurdur, yazarın da ilk başta okur olduğu gibi.
Vitrin köşesinde yayımlanan yazılardan okur bilir ki bu köşenin yazarı beğenmediği, hatta nefret ettiği faşist, popülist, sahtekâr tavırlar karşısında bile nezaket ölçüsünü aşmamış, haksız bulduğu iftiralara bile hiçbir zaman terbiye sınırlarını aşmayan bir üslupla cevap vermiştir.. Şu an okuduğunuz makalesinde aynı çizgiyi korumama kararı alan yazarı lütfen okuru affetsin…
***
Geçen ay Mihenk dergisinde iki yazı yayımlandı. Bir tanesi sözde “şifreli” bir masal, diğeri de umuma açık bir küfürnâmeydi. Her ikisinde de nezaket kuralları aşılmış. Besbelli popüler olmak için yazılmış iki yazı. Görünen o ki, yazı sahipleri başkasına saygı göstermek gibi bir insanlık erdemine ihtiyaç duymuyorlar.
Bu iki yazıdan biri olan umuma açık küfürnâmenin yazarı âdeti olduğu üzere aşağılık bir üslup kullanarak güzel insan İbram Onsunoğlu’na saldırmış, dilinden zehir, kaleminden kan damlatmış.
İnsaf ölçüsü olmayan, fikrî planda hiçbir değer taşımayan bu küfürnâmeye önem verilir mi? Üstelik bu yazısı ilk de değil.
*
Azınlıkça’nın bütün sayılarını kontrol edin, göreceksiniz ki bugüne kadar buna köy meydanında herkesin alay ettiği, en azından ciddiye almadığı bir tip gözüyle bakılmış, herkese küfür savurması, herkesle dalaşması mazur görülmüş ve “delidir ne yapsa yeridir” diyerek görmezlikten gelinmiştir. Fakat bu sefer iş başka! İşin ucu Koca Kapı’ya uzuyor!
Umuma açık küfürnâme de yazıyı kaleme alan da tek başına ele alındığında değer verilmeyecek şeyler. Üstelik kamuoyu, yazıyı kaleme alanı da hakkında yazılan kişiyi de biliyor ve bütün bu olanları da görüyor. Azınlık vicdanının ötesinde söz söylemeye gerek yok. O zaman bu makalenin esas konusu ne?
Esas konu, Mihenk’te yayımlanan masalda bazılarının Koca Kapı’nın uzantısı oldukları ifşaatının mide bulandırıyor, küfürnâmeye ve küfürnâmeyi kaleme alana değer kazandırıyor olması. Üzerinde durulması, tepki konulması gereken yer de burası. Eğer Koca Kapı’nın yeni veya eski hiç fark etmez bazı bürokratlarının amacı “karşıdakini” kendi piyonuna karşı çıldırtmak, “karşıdakini” kendi piyonlarına saldırtmak ve azınlık içi kargaşa çıkarmaksa atladıkları çok önemli bir nokta var.
*
Azınlık içi kavgalarda genelde Koca Kapı’ya yaslanma eğilimi kavganın galibini belirleyen etken olarak kullanılmaktadır. En çok kendisinin Koca Kapı’ya yaslandığını ve Koca Kapı’dan desteklendiğini ispatlayan taraf kavgadan galip ayrılır ve bölgesinin hâkimiyet hakkını kazanır. Bu tür kavgalarda yenilen tarafın da beklentisi veya hayali Koca Kapı’dan destek olduğundan yaşanılan kavga büyütülmez. Karşı taraftan küfür yiyen muhalif sonunda karşı tarafın elini eteğini öper, olay kapanır. Kimse Koca Kapı’ya kendisini nasıl kalkan olarak kullandırttığının veya kavgada nasıl doğrudan taraf olduğunun eleştirisini yapmaz. Susulur. İşte atlanan önemli nokta da burası. Hem de iki yönden atlanan bir nokta.
Bugüne kadar hiçbir zaman azınlık basınında, Koca Kapı’dan desteklendiğini iddia eden bir grubun aralarındaki çekişmenin sırlı dünyası, “Batık Tropikal Ormanı” adlı bir masal gibi, üstelik bu masal Koca Kapı rantı için kavga eden bu grubun çıkardığı bir dergide şerh edilmemişti.
Bugüne kadar hiçbir zaman bir konsolosun, bir azınlık ferdini imtihana soktuğu, imtihanı başarıyla geçtiği ve “gizli görevlere” getirdiği, üstelik bu açıklama Koca Kapı rantı için kavga eden bu grubun çıkardığı bir dergide herkese meydan okurcasına açıklanmamıştı.
Bugüne kadar hiçbir zaman Mehmet Emin Aga’nın sahibi olduğu bir dergide, M. Emin Aga’nın Doğu Perinçek’le olan ilişkisi açıklanmamış ve Mehmet Emin Aga’ya hakaret edilmemişti.
Bugüne kadar hiçbir zaman bir konsolosa Mehmet Emin Aga’nın fırça attığı, Koca Kapı rantı için kavga eden bu grubun çıkardığı bir dergide ifşa edilmemişti.
Bunlar atlanan noktalar değil. Atlanan noktalar başka.
1’inci nokta: Bütün bu mide bulandırıcı ve diğer iğrenç ilişkilerin hepsinde kavganın göbeğinde Koca Kapı’nın olduğu ifşaatı atlanmış. Âdeta Susurluk, Şemdinli skandalı gibi bir şey bu. Koca Kapı rantı için bu grubun iç kavgası elbette basına yansıyabilir. Ama Koca Kapı’yı merkez alan, Koca Kapı’nın icraatlarını, organizasyonunu anlatan böylesi bir kavga, Koca Kapı’nın adamları olduğunu iddia edenler tarafından basına bu şekilde yansıtılamaz! Yansıtıldıktan sonra susan, bu iğrenç iddiaları bir türlü yalanlamayan Koca Kapı, başkaları da bu tür icraatlarını eleştirirse bir daha tutup tavır koyamaz!
*
Masal skandalı, birbirinden dehşet verici sırları gün yüzüne çıkarmış. Gerçi bundan bir sene önce, M. Emin Aga’nın Doğu Perinçek’le olan ilişkisi bu yazarın da ara sıra yazdığı derginizde yayımlanmıştı. İşin ilginç yanı, o dönemde azınlık basınında Aga’yı ve Perinçek’i koruyan bir yazı yayımlanmış, Doğu Perinçek’in Türk devletini temsîlen terörist Öcalan’la görüştüğü, Aga’nın ve Perinçek’in Türk devleti adına çalıştıkları söylenmişti. Kaderin cilvesine bakın ki yaklaşık bir buçuk sene sonra M. Emin Aga’nın sahibi olduğu dergide, M. Emin Aga’nın Perinçek’le olan ilişkisi yerden yere vurulmuş. Yine kaderin bir cilvesine bakın ki düne kadar Türkler için savaşan M. Emin Aga hakkında kendi dergisinde Yunan ajanı olduğu söylenmiş. Yine kaderin bir cilvesine bakın ki yine aynı dergide, Türkiye’nin Gümülcine Başkonsolosuna M. Emin Aga’nın nasıl kızdığı ve bazı ithamlarda bulunduğu ifşa edilmiş. Olacak iş değil!..
“Masal bu ya!” deyip işin içinden çıkmak da mümkün değil. Şifre olarak kullanılan kelimeler o kadar aslına yakın ki ve masalda anlatılan olaylar canlı şahitlerin tanıklığında o kadar kesin ki kıvırmaya bile yer kalmamış. “Kozam”ın Lozan olduğunu, “Gega”nın Ege olduğunu, veya “Bottezli Güvercin” gibi diğer basit “şifreleri” anlamayacak okur Azınlıkta yoktur herhalde.
*
Mihenk’in yayımladığı umuma açık küfürnâmenin göbeğinde de Koca Kapı oturtulmakta. Unutmayalım, bir konsolos tarafından imtihana tâbî tutulan ve imtihanı başarıyla geçen birisi bu yazıyı yazmış ve küfürnâmesinde açıkça Koca Kapı korunmuş, İbram Onsunoğlu aşağılanmış.
2’nci nokta: Umuma açık küfürnâmeyi kaleme alanın, eski başkonsolos tarafından imtihan edildiği, ardından imtihanı başarıyla geçtiği ve yeni başkonsolos tarafından da “Tilki”ye karşı desteklendiği, bahsedilen masalda cömertçe okurun bilgisine sunulmuş.
Sanki, küfürnâmeyle aynı sayıda yayımlanan masalı okuyan okurun küfürnâmeyi yazandan çok, bu küfürnâmeyi yazdıranı görmesi, anlaması istenmiş gibi. Kısacası: gereksiz yere millî gurur bir küfürbâza teslim edilmiş.
Oysa Koca Kapı’nın imtihanından geçtiği iddia edilen tarafından basına böyle bir küfürnâme yansıtılamaz! Yansıtıldıktan sonra susan, bu iğrenç iddiaları bir türlü yalanlamayanlar, başkaları da bu adamın kafasındaki Koca Kapı’yı ve bu iğrenç icraatlarını eleştirdi diye tutup tavır koyamaz!
*
Millî gurur anlaşılamayacak bir kavram değil. Sorun millî gururun sınırı. Sınır nerede bitiyor ona bakmak lâzım. Meselâ bir başkonsolos yanlış bir şey yaparsa veya doğru olanı yapmazsa ve millî gurur hemen onun yanlışını örtmeyi ve yapanı ödüllendirmeyi vazife ediniyorsa orada sınır aşılmış olur. Şahısların veya kurumların yanlışları millî gurur çerçevesinde değerlendirilemez. Değerlendirmeye kalkılacak olsa, millî gururu lekeleyen bu kurumun veya kişinin icraatı kınanarak değerlendirilebilir. Aksi bir tavır bile düşünülemez. Yoksa her yetkilinin kendisinin çizeceği millî gurur kavramı toplum arasında kaos yaratır. Net bir şekilde ifade etmek gerekirse, gayet tabiîdir ki bir cumhurbaşkanı, bir başbakan, bir bürokrat, bir savcı, bir hakim, bir devlet memuru, bir kanun, bir yasa, bir karar, bir yazar veya bir kurum eleştirilebilir. Türkiye’de üniversite rektörünü sorgulayan bir savcının milli gururunun olmadığı söylenemeyeceği gibi 5 yıldır azınlıktan saklanan bir mahkeme kararını açıklayan kişinin de millî gururu olmadığını kimse iddia edemez. Yayın danışmanı Onsunoğlu’nun Azınlıkça’da yayımlanan yazıları ortadadır. Onsunoğlu’nun eleştirileri çok açık ve nettir. Millî gurur devreye sokulmak isteniyorsa, ilk başta Onsunoğlu’nun yazılarında sınırı aşan nokta gösterilmelidir. Eğer geçmiş dönemde yapılan bir hatayı, üzeri örtülen bir dosyayı gazetecilik sorumluluğuyla yayımlamış ve canlı şahidi olduğu olayları yorumlamışsa bu en doğal hakkıdır. Başta gazetecilik değil, en tabiî insan hakkıdır bu yaptığı Onsunoğlu’nun.
Onsunoğlu’na karşı küfürbâz birisi kullanılarak psikolojik saldırı teknikleriyle bu meselenin üstesinden gelmeye çalışmak yanlış seçenektir. Psikolojik saldırı sabır ister. Oysa Onsunoğlu’na hakaret yağdırıp kaleminden kan damlayanda bu haslet yok.
Psikolojik saldırı uzun vadeli bir strateji ister. Oysa Onsunoğlu’nu hedef tahtasına koyanlarda bırakın on seneyi, bir senelik öngörü yok. Perspektifleri güdük, hedefleri kısa vadeli.
Psikolojik saldırı ekip çalışması ister. Oysa Onsunoğlu’na karşı saldıran kesimde ekip çalışması yok.
*
Beğenmediği bir fikri, tasvip etmediği bir düşünceyi eleştirmek herkesin hakkıdır. Hele okurun en doğal hakkı. Fakat yine de nezaketi elden bırakmadan cevap verir insan. Bel altına saldırmaz. Tartışılan konu üzerinde düşünceler beyan edilir, kişilik hakları ihlâl edilmez.
Yazılana veya yazara karşı varsa okurun bir itirazı kaç kere söyledik sayfalarımız herkese açık diye. Hiç önemli değil bu satırları yazanın da görüşleri eleştirilebilir elbet. “Yayımlanması amacıyla Azınlıkça’ya gönderdim de koymadılar benim yazımı” diyen var mı aranızda? Basın Meslek İlkeleri çerçevesinde buyurun yazın yazınızı, virgülüne dokunmadan yayımlayalım.
Onsunoğlu’na dönecek olursak: Bazı piyonların ısrarla küfür içeren bir üslup kullanmaları hiç hoş bir durum değildir. Küfürnâmeyi yazan için değil, onun ağzı öyle dönüyor. Belden aşağı vurmayı, bir kişinin sonunun nasıl olacağını bilme kâhinliğinde bulunmayı, hayatı boyunca komünist olmamış birine sanki çok çirkin bir şeymiş gibi komünist diyerek hakaret etmeyi, düşmanına saldırmak için konuyla alâkası olmayan bir cemaatin hakkına tecavüz etmeyi marifet sayıyor. Üstelik “kıpkızıl Müslümanlık yapıyorlar” diyerek kul hakkına girdiği kişilerin, “Gel Allah adına lanetleşelim! Eğer bahsettiğin gibi birileri Müslümanlığı kıpkızıl yapıyorsa, İslâm’ı kullanarak komünistlere yataklık veya yardaklık yapıyorsa Allah’ın laneti ve gazabı bizlerin, yok yapmıyorsa Allah’ın laneti ve gazabı senin üzerine olsun!” demeye çağırabileceklerini anlamıyor. Gözü bağlanmış küfürbâzın. Politik çıkarlarına müminler katılmıyor diye salyalarını köpürtüyor.
Son perdeye dönecek olursak, okur yazıyı hece hece okuduğu gibi yazının hece hece muhakemesini de yapar, hece hece tartar, hece hece biçer, sonunda kararını verir ve son perdeyi başlatır. Ne mi olur? Okuru aptal yerine koyan aldanır, okurunu adam yerine koyan kazanır…
Not 1: Bazıları Onsunoğlu ile küfürbâz tarafın ideoloji ayrımından dolayı çatıştıklarını söylüyormuş. Tamamen yanlış. Küfür, hakaret ve aşağılama bir ideoloji değil karakter bozukluğudur.
Not 2: Hiciv, yergi demektir, mizahsa gülmece. İdeolojik görüşler bu iki edebiyat türünde de her zaman hayat bulmuştur. MarkA Paşa hiciv sanatına örnek olarak gösterilebilir. Kaba hakaretse, ne yergidir ne de gülmece. Sadece küfürdür. Koca Kapı küfürle, hakaretle, aşağılamayla, hakaretamiz sözlerle savunulmaz. Savunulduğu zaman sanılanın aksine Koca Kapı ve yetkilileri derin tahribata uğrar. Okurun gözünden bu ince detay kaçmaz.
Not 3: Yazılarıyla sürekli hakaret ve küfür eden kişiler denge tutamaz. Zamanla çıldırır, yemek yediği kaba pisletir.
Not 4: Mihenk, Vaaz ve İrşat Heyeti tarafından yayımlanan, yazarlarının tamamı bu heyete üye olan dinî bir dergidir. Azınlıkça ise, farklı kesimlerden yazarı olan siyasî haber ve yorum dergisidir. Kulvarları farklıdır. Azınlıkça’da herkes görüşünü veya ideolojisini basın meslek ilkeleri çerçevesinde savunabilir. Kimseye yaptırım uygulanmaz.
Not 6: Mihenk’te yayımlanan küfürnâmeyi ve “şifreli” masalı bilmeyen okur, bu satırların yazarının neden böyle aykırı ve sert bir üslup kullandığını anlamayabilir. Anlamayan okur lütfen bahse konu olan küfürnâmeyi ve masalı okuyarak midesini bulandırmasın. Yeteri kadar biz bulandırdık zaten.
Azınlıkça
Sayı:17
0 yorum:
Yorum Gönder