İngiliz Kemal’den sonra en büyük Türk casusu Gâvur Ali’nin akıl almaz maceralarından “Türklüğün Büyük İntikamı” adlı bölümü geçen ay Azınlıkça’nın kapak dosyasında yer aldı, mizahî hikâye olduğu belirtilerek.
Gâvur Ali’nin maceraları daha önce Trakya’nın Sesi’nde yayımlanmıştı. Azınlıkça’nın tekrar yayımlamayı uygun bulduğu “Türklüğün Büyük İntikamı” başlıklı mizahî hikâyenin yayımlandığı ilk tarih 29.02.1992. Azınlıkça sayesinde Gâvur Ali 14 yıl sonra tekrar okuruyla buluşmuş oldu.
Dergi yönetiminin aldığı karar doğrultusunda 29 Ocakların anısına hazırlanan, bir araya toplanan “edebî yapıtlar”ın başında İbram Onsunoğlu’nun Gavur Ali’si geliyordu.
Onsunoğlu’nun yazılarını uzun yıllardır takip eden, müdavimi olan dikkatli bir okur kitlesi var. Gözlerinden kaçmamış, 1992 yapımı “Türklüğün Büyük İntikamı” ile Azınlıkça’da yayımlanan “Türklüğün Büyük İntikamı” arasındaki değişiklikleri fark etmişler. Meselâ Gâvur Ali’nin Pomak olduğu ilk versiyonda belirtilmezken şimdi belirtilmiş. Karalisteli bir haindir zannıyla yerde yatan azınlık üyesini tekmeleme sahnesi için de aynısı geçerli. Eski versiyonda karalisteli olduğundan bahsedilmiyor.
***
Bunca iktidara sahip, bunca zeki, bunca kudretli Gâvur Ali’nin ve maceralarının tahlilini, incelemesini yapmak zor. Ama “mizahî hikâye işte!” deyip geçivermeyi içime sindiremeyince küçük de olsa bir tahlil, bir değerlendirme yapmak istedim. Hikâye boyunca çeşitli şekillere bürünen Gâvur Ali’nin kutsalına dokundumsa affola…
*
İnceleme ve değerlendirme açısından edebî eserlere genellikle içerik çözümlemesi ve anlatı teknikleri çözümlemesi şeklinde iki ana çizgi üzerinden yaklaşılır. Benim böyle bir iddiamın olmadığını baştan belirtelim.
Azınlık edebiyatında bir başka örneğine rastlayamadığımız hikâyede, Onsonuğlu, Gâvur Ali’sini ve maceralarını mizahî hikâye olarak adlandırıyor. Yazarı tanımını yapmış olmasa, mizah diye okura sunduğu çoğu şey ya gerçek ya da polisiye romanlarda olan kurguya yakın olduğundan, ben, Gâvur Ali’nin serüvenlerini polisiye roman türü olarak adlandırırdım. (Trakya’nın Sesi’nde yayımlanmış bölümleri roman olmaya yetmeyebilir. Olsun… Kimi romanlar 30 senede yazılıyor. Pekalâ Gavur Ali’nin maceraları devam edebilir. Okurun üstelemesi bir işe yarar mı bilemem. Fakat denemekte yarar var.)
*
Yazarı Gâvur Ali’yi şekillendirirken sırf mizah olsun diye eline kalemi almamış. Bunu daha ilk başta seziyorsunuz. Amacı daha çok kaypak ve şüpheli yakın tarihi irdelemek. Fakat yakın tarihin trajikomik hadiselerini bilmeyen okur, başta gördüğü “mizahî hikâye” adlandırması yüzünden şaşırıyor. Okur anlamasa da, Gâvur Ali’nin ağzından olayların anlatılmaya başlandığı yere kadar kanaviçe gibi işlenen bölüm baştan sona gerçek. Mizahî hikâye vurgusu yüzünden okurun ister istemez yanılgıya düştüğü eserde, gülüp geçilen, ama aslında edebî yönü bir yana, başlı başına bir dönemin milliyetçilik eğrisiyle paralel gelişen paranoyaklığa gönderme yapılmış.
Evinde “gizli” balta bulunduran bir Türkün yakalanması olayı veya evinin damında “sözde” televizyon anteni gibi duran ama esasında casusların kullandığı bir çeşit telsiz olduğu haberi bile okuru güldürsün diye yazarın kafasından uydurduğu olaylar değil, bilakis gerçeğin ta kendisi. Bu bilgiyle Gâvur Ali’nin macerası tekrar okunduğunda okurun ilk seferki gibi kıkır kıkır gülmesi pek mümkün olmuyor. Hikâyeye daha çok “güleriz ağlanacak halimize” bilinciyle yaklaşan okur, olayların tehlike boyutu veya aşırı milliyetçiliğin nelere kâdir olduğunu göstermesi açısından farklı duygular yaşıyor. Gülümsemesi acı, kahkahaları kesik kesik oluyor. En azından Gâvur Ali konuşmaya başlayıncaya kadar.
*
Gâvur Ali karakteri hikâyede adeta anonim şirket gibi şekillendirilmiş. Malûmunuz şahıs şirketi için bir kişiye ihtiyaç varken, anonim şirketin ortakları en az 3 kişiden oluşmak zorunda. Maceralarında görüyoruz ki, ortağı birden çok Gâvur Ali’nin. Anonim şirkete benzetmem o yüzden. Kimlerle ortak olduğu bir yana, yazar, ısrarla Gâvur Ali’nin bir özelliğini vurgulamak istemiş: tetikçiliğini.
Bunun dışında yazarın Gâvur Ali’yi oturttuğu yer çok karışık. Yazar bunu kasten yapmış, bu belli. Gâvur Ali hakkında gösterdiği kadarıyla, tetikçi olması ile okurun yetinmesini istemiş, merasime gerek duymamış. Gâvur Ali’nin kişisel duyguları, kişisel inançları, ahlakî değerleri, ailevî durumu, mesleği veya geçmişi üzerinde de durmamış. Gâvur Ali’nin kişisel sırlarını ifşa etmemiş. Hoş, yazarın böyle bir amacı yok, aksine kasten yapmış bunu derken belirtmek lâzım: Yazarın bu bilinçli tercihi daha çok azınlıkiçi paranoyadan kaynaklanıyor da olabilir. Eğer yazar, Gâvur Ali’nin gizli görevi yanında sözde mesleğinin gazetecilik olduğunu belirtmiş olsaydı veya milletvekili veya doktor veya çevirmen veya dil kursu müdürü veya dernek başkanı veyahut da avukat olduğunu, azınlık paranoyası Gâvur Ali’nin gerçekte “şu kişi” olduğu varsayımını bile üretebilirdi. Yazarın böyle bir kaygısı olmayabilir. Fakat hikâyenin herhangi bir yerinde mesleğini belirttiğini varsaydığımızda, espriyle karışık, filancadan bahsedildiği üzerine sohbetler olacağı aşikâr.
İşin ilginç yanı, azınlığın ajan olma merakı da, mizahî yanı bir yana, tamamen gerçek bir saptamadır. Diyebiliriz ki, yazar, Gâvur Ali karakteri üzerinden azınlığın ajan olma arzusunu göstermek istemiş. Hikâyenin kimi yerinde açıkça azınlığın bu arzusu hicvedilmiş. Kendi köylüsünü gammazlayan, kendi insanının aleyhine çalışan, âlî ve ulvî görevi uğruna gözünü kırpmadan insanını ateşe atan Gâvur Ali’nin “kahramanlıkları” azınlığın bir yönüyle aynası olması açısından ibret verici. Gâvur Ali’nin görev aldığı yerlere karşı olan saygısı, şükranı, sadakati ve bağlılığı içsel arzusundan kaynaklanıyor. Hikâyedeki baş kahramanın tetikçi olmasının ilk düğümüdür sadakat. Hikâyenin sonunda Gâvur Ali’ye yazdırdığı raporla, yazar, sadakat vurgusunu tokmakla kafalara çakmaktadır.
Yine hikâyede bir başka belirleyici unsur: Gâvur Ali’nin Pomak olmasıdır. Tenkide ve münakaşaya açık bir ifşaat. Bu ifşaat hikâyenin ilk versiyonunda yok. Aradan bunca yıl geçtikten sonra yazar bu ifşaatı kullanmayı uygun buluyor. Hazmedilmesine imkân olmayan bir unsur mudur İngiliz Kemal’den sonra gelmiş geçmiş en büyük Türk casusu Gâvur Ali’nin Pomak olması? Veya anadilinin Pomakça olması? Kimileri için yazarın bu ifşaatı küstahça bir yaklaşım olarak algılanabilir. Hatta kimi okur Gâvur Ali’yi garip bir mahlûk olarak da görebilir. Yine de belirtmekte fayda var: Gâvur Ali’nin Pomak olduğunu ifşa etmesi, kan ve toprak değil de, inanç ekseninde kimliğin örgülendiği fikrini akıllara getiriyor. Üstelik ümmetin Avrupa dillerinde karşılığı da yok. Ne bilelim, yoksa Pomak olduğunun belirtilmesiyle okurun anlaması istenen başka bir şey olabilir mi? Yazara sormak lâzım.
Yine Gâvur Ali’nin karalisteli bir haindir zannıyla tekmelediği soydaş bölümü, yazarın azınlıkiçi sorunları bütün yönleriyle hikâyede ele alma gayreti olarak yorumlanabilir. Azınlık insanının başına dert açan, Karaliste denen esrarlı yumağa bir tekme de Gâvur Ali’ye vurdurur yazar. Elinizdeki dergide Gâvur Ali’nin yazarı Onsunoğlu’nun “Rodoplu’nun söyleşisi ve yarım gerçekleri –ve yalnız onlar değil” başlıklı bir yazı dizisi var. Bu dizide Karaliste ile ilgili çok acı bir analiz yapılmış. Böylesi bir facianın bir tarafından her hâlde Gâvur Ali de tutmalıydı…
Gâvur Ali karakteri üzerinde başka tahliller yapmak da mümkün. Her özelliğini ayrı ayrı ele almak, tekrar tekrar bütün yönlerini incelemek. Ama gerçekle küçük yalanların iç içe olduğu hikâyenin kendisini, kaleme alınan eseri incelemezsek tahlil yarım kalacak.
Hikâyenin özellikle bir bölümü var ki, kullanılan ilginç üslup yüzünden ayrıca vurgulamak gerek: Yazarın, Gâvur Ali’yi papaz kılığına büründürdüğü ve Hristiyanlara vaaz verdirttiği bölüm.
İçerik açısından tamamen gerçek söylemler olmakla birlikte, üslup açısından alışılagelmiş papaz konuşması değildir Gâvur Ali’nin vaazı. Özellikle “Ey Cemaat-i Hıristiyanîn!” ifadesinin üzerinde durmak lâzım. Yazar, bu ifadeyle milliyetçiliğin nasıl din unsuru altında kullanıldığını vurguluyor. Çünkü hikâyenin devamında aynı ifadeyi Gâvur Ali’nin imam kılığına bürünerek yaptığı vaazında kullanıyor ve “Ey Cemaat-i Müslimîn!” diye seslendirerek iki vaazın ve vaizin benzerliklerini okurun gözüne sokuyor. Yazar ayrıca “Müslimîn” kelimesiyle uyumlu olması için “Hıristiyanîn” kelimesini türetmiş.
Hikâyenin geneli üzerinde söylenecek tek söz var: Tezatlar mahşeri. Bilerek seçilmiş bu uygulamada tabiat kanuna inat zıtlıklar birbiriyle tıpatıp örtüşmüş. Yunanın akıl almaz paranoyaklığı ile Türkün akıl almaz paranoyaklığı, karşılıklı saldırılar, tezat olmakla birlikte hikâyede tıpatıp örtüşüyor.
Hikâyenin bir yerinde aynı el tarafından yönetildiği açıkça gösterilen bir provokasyon deşifre edilmiş: Yazar, ha “Hristiyanların” kurduğu Trakya’yı Müdafaa Cemiyeti adlı gizli örgüt, ha “Müslümanların” kurduğu Türk Kurtuluş Ordusu, hiç fark etmez, birbirine zıt, tezat olan bu iki örgütü 29 Ocak pogromu çerçevesinde örtüştürmüş, Fatih ve Paleologos’un aynı kişi olduğunu vurgulayarak. Okurun farkına varıp varmayacağı kaygısını taşımamış yazar belki ama hikâyede fanatik milliyetçiler, tek ırk, tek kalp, tek insan formatına sokulmuş.
Yazar hakkında da edebî çerçevede söylenecek birkaç söz var elbet. Edebî eser, okurun hoşuna giden, ruha ve zekâya hitap eden sanat eseridir. Onsunoğlu’nun edebî eserleri, her edebiyatçıda karşılaştığımız gibi kişisel duygularıyla örülmüştür. Eserlerinde aşk, göç, sıkıntı, kadın, özgürlük, eşitlik, hak, adalet ve öğüt gibi konuların (kavramların) yanı sıra özellikle toplumsal (azınlıksal) ögeler alınıp işlenmiştir. Azınlığın gelenek ve görenekleri ile ilgili benzetmeler, bireyi ve toplumu derinden etkileyen azınlık sorunları ile ilgili tasvirler yer almıştır. Çoğu kez yaşadığı olaylardan alınma kesitlerle zenginleştirdiği eserlerinde çeşitli azınlık deyimlerinden, deyişlerinden hatta mecazlı anlatımlardan yararlanarak sanat yapmıştır. Eserlerinde sade bir dil kullanmaya özen göstermiş, Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalarla yüklü bir dil kullanmamıştır. Dil açısından eserlerinde yer yer Yunanca ve Fransızca sözcük ve deyimlere yer vermiştir. Düzyazı çalışmalarındaki devrik cümle kullanımı yazarın üslubuyla alâkalıdır. Şiirlerinde daha çok kuralcı bir Onsunoğlu karşımızda olsa bile duygularının terennümüdür şiirleri. Manzum eserlerini özellikle gençlik dönemlerinde yazmıştır. Nesir vadisindeki eserlerini ise çeşitli gruplandırmalarla adlandırabiliriz. Makalemizin konusu olan, Gâvur Ali karakteriyle birlikte ortaya koyduğu mizahî hikâye ve biçimi, daha önce mizah dergisi bile yayımlanmış azınlık edebiyat tarihi açısından bir ilktir. Her ne kadar yazım noktasında kuralcı bir kişiliği olsa bile, yazarın Gâvur Ali’nin maceralarının kimi yerlerinde daha serbest bir yazım şeklini tercih ettiğini söyleyebiliriz. Azınlığa has yöresel ağzı kullandığı eserleri ise bir başka gruplandırma altında toplanabilir. Son olarak, kitaplaşmamış bunca eseri bulunan yazarın mizahî bir yapıt ortaya koymak için pek zorlanmadığını da belirtmek gerek. Eldeki malzeme bu tür bir kurgu için yetmiş de artmış bile. Kısacası yazar, gerçeklerin kucağında sunduğu mizahî hikâyesiyle Batı Trakya tarihine damgasını vurmuştur.
Not: Onsunoğlu’nun “Türklüğün Büyük İntikamı” başlıklı mizahî hikâyesinin tahlili elbette bu kadar kısır ve güdük yapılmamalıdır. Geçen gün bürosunda ziyaret ettiğim İleri gazetesi sahibi Halil Haki, “Bana 1000 Evro verseler, gürültüden uzaklaşır, 1 ay analizini yapardım Pomak Ali’nin.” demişti. Bülten gazetesi sahibi Salim de geçenlerde, “Filmi yapılmalı Gâvur Ali’nin.” deyince, daha önce hazırladığım bu yazımın yayımlanması konusunda tereddüt ettim açıkçası.
Azınlıkça
Sayı:20
Mart 2006
Gâvur Ali’nin maceraları daha önce Trakya’nın Sesi’nde yayımlanmıştı. Azınlıkça’nın tekrar yayımlamayı uygun bulduğu “Türklüğün Büyük İntikamı” başlıklı mizahî hikâyenin yayımlandığı ilk tarih 29.02.1992. Azınlıkça sayesinde Gâvur Ali 14 yıl sonra tekrar okuruyla buluşmuş oldu.
Dergi yönetiminin aldığı karar doğrultusunda 29 Ocakların anısına hazırlanan, bir araya toplanan “edebî yapıtlar”ın başında İbram Onsunoğlu’nun Gavur Ali’si geliyordu.
Onsunoğlu’nun yazılarını uzun yıllardır takip eden, müdavimi olan dikkatli bir okur kitlesi var. Gözlerinden kaçmamış, 1992 yapımı “Türklüğün Büyük İntikamı” ile Azınlıkça’da yayımlanan “Türklüğün Büyük İntikamı” arasındaki değişiklikleri fark etmişler. Meselâ Gâvur Ali’nin Pomak olduğu ilk versiyonda belirtilmezken şimdi belirtilmiş. Karalisteli bir haindir zannıyla yerde yatan azınlık üyesini tekmeleme sahnesi için de aynısı geçerli. Eski versiyonda karalisteli olduğundan bahsedilmiyor.
***
Bunca iktidara sahip, bunca zeki, bunca kudretli Gâvur Ali’nin ve maceralarının tahlilini, incelemesini yapmak zor. Ama “mizahî hikâye işte!” deyip geçivermeyi içime sindiremeyince küçük de olsa bir tahlil, bir değerlendirme yapmak istedim. Hikâye boyunca çeşitli şekillere bürünen Gâvur Ali’nin kutsalına dokundumsa affola…
*
İnceleme ve değerlendirme açısından edebî eserlere genellikle içerik çözümlemesi ve anlatı teknikleri çözümlemesi şeklinde iki ana çizgi üzerinden yaklaşılır. Benim böyle bir iddiamın olmadığını baştan belirtelim.
Azınlık edebiyatında bir başka örneğine rastlayamadığımız hikâyede, Onsonuğlu, Gâvur Ali’sini ve maceralarını mizahî hikâye olarak adlandırıyor. Yazarı tanımını yapmış olmasa, mizah diye okura sunduğu çoğu şey ya gerçek ya da polisiye romanlarda olan kurguya yakın olduğundan, ben, Gâvur Ali’nin serüvenlerini polisiye roman türü olarak adlandırırdım. (Trakya’nın Sesi’nde yayımlanmış bölümleri roman olmaya yetmeyebilir. Olsun… Kimi romanlar 30 senede yazılıyor. Pekalâ Gavur Ali’nin maceraları devam edebilir. Okurun üstelemesi bir işe yarar mı bilemem. Fakat denemekte yarar var.)
*
Yazarı Gâvur Ali’yi şekillendirirken sırf mizah olsun diye eline kalemi almamış. Bunu daha ilk başta seziyorsunuz. Amacı daha çok kaypak ve şüpheli yakın tarihi irdelemek. Fakat yakın tarihin trajikomik hadiselerini bilmeyen okur, başta gördüğü “mizahî hikâye” adlandırması yüzünden şaşırıyor. Okur anlamasa da, Gâvur Ali’nin ağzından olayların anlatılmaya başlandığı yere kadar kanaviçe gibi işlenen bölüm baştan sona gerçek. Mizahî hikâye vurgusu yüzünden okurun ister istemez yanılgıya düştüğü eserde, gülüp geçilen, ama aslında edebî yönü bir yana, başlı başına bir dönemin milliyetçilik eğrisiyle paralel gelişen paranoyaklığa gönderme yapılmış.
Evinde “gizli” balta bulunduran bir Türkün yakalanması olayı veya evinin damında “sözde” televizyon anteni gibi duran ama esasında casusların kullandığı bir çeşit telsiz olduğu haberi bile okuru güldürsün diye yazarın kafasından uydurduğu olaylar değil, bilakis gerçeğin ta kendisi. Bu bilgiyle Gâvur Ali’nin macerası tekrar okunduğunda okurun ilk seferki gibi kıkır kıkır gülmesi pek mümkün olmuyor. Hikâyeye daha çok “güleriz ağlanacak halimize” bilinciyle yaklaşan okur, olayların tehlike boyutu veya aşırı milliyetçiliğin nelere kâdir olduğunu göstermesi açısından farklı duygular yaşıyor. Gülümsemesi acı, kahkahaları kesik kesik oluyor. En azından Gâvur Ali konuşmaya başlayıncaya kadar.
*
Gâvur Ali karakteri hikâyede adeta anonim şirket gibi şekillendirilmiş. Malûmunuz şahıs şirketi için bir kişiye ihtiyaç varken, anonim şirketin ortakları en az 3 kişiden oluşmak zorunda. Maceralarında görüyoruz ki, ortağı birden çok Gâvur Ali’nin. Anonim şirkete benzetmem o yüzden. Kimlerle ortak olduğu bir yana, yazar, ısrarla Gâvur Ali’nin bir özelliğini vurgulamak istemiş: tetikçiliğini.
Bunun dışında yazarın Gâvur Ali’yi oturttuğu yer çok karışık. Yazar bunu kasten yapmış, bu belli. Gâvur Ali hakkında gösterdiği kadarıyla, tetikçi olması ile okurun yetinmesini istemiş, merasime gerek duymamış. Gâvur Ali’nin kişisel duyguları, kişisel inançları, ahlakî değerleri, ailevî durumu, mesleği veya geçmişi üzerinde de durmamış. Gâvur Ali’nin kişisel sırlarını ifşa etmemiş. Hoş, yazarın böyle bir amacı yok, aksine kasten yapmış bunu derken belirtmek lâzım: Yazarın bu bilinçli tercihi daha çok azınlıkiçi paranoyadan kaynaklanıyor da olabilir. Eğer yazar, Gâvur Ali’nin gizli görevi yanında sözde mesleğinin gazetecilik olduğunu belirtmiş olsaydı veya milletvekili veya doktor veya çevirmen veya dil kursu müdürü veya dernek başkanı veyahut da avukat olduğunu, azınlık paranoyası Gâvur Ali’nin gerçekte “şu kişi” olduğu varsayımını bile üretebilirdi. Yazarın böyle bir kaygısı olmayabilir. Fakat hikâyenin herhangi bir yerinde mesleğini belirttiğini varsaydığımızda, espriyle karışık, filancadan bahsedildiği üzerine sohbetler olacağı aşikâr.
İşin ilginç yanı, azınlığın ajan olma merakı da, mizahî yanı bir yana, tamamen gerçek bir saptamadır. Diyebiliriz ki, yazar, Gâvur Ali karakteri üzerinden azınlığın ajan olma arzusunu göstermek istemiş. Hikâyenin kimi yerinde açıkça azınlığın bu arzusu hicvedilmiş. Kendi köylüsünü gammazlayan, kendi insanının aleyhine çalışan, âlî ve ulvî görevi uğruna gözünü kırpmadan insanını ateşe atan Gâvur Ali’nin “kahramanlıkları” azınlığın bir yönüyle aynası olması açısından ibret verici. Gâvur Ali’nin görev aldığı yerlere karşı olan saygısı, şükranı, sadakati ve bağlılığı içsel arzusundan kaynaklanıyor. Hikâyedeki baş kahramanın tetikçi olmasının ilk düğümüdür sadakat. Hikâyenin sonunda Gâvur Ali’ye yazdırdığı raporla, yazar, sadakat vurgusunu tokmakla kafalara çakmaktadır.
Yine hikâyede bir başka belirleyici unsur: Gâvur Ali’nin Pomak olmasıdır. Tenkide ve münakaşaya açık bir ifşaat. Bu ifşaat hikâyenin ilk versiyonunda yok. Aradan bunca yıl geçtikten sonra yazar bu ifşaatı kullanmayı uygun buluyor. Hazmedilmesine imkân olmayan bir unsur mudur İngiliz Kemal’den sonra gelmiş geçmiş en büyük Türk casusu Gâvur Ali’nin Pomak olması? Veya anadilinin Pomakça olması? Kimileri için yazarın bu ifşaatı küstahça bir yaklaşım olarak algılanabilir. Hatta kimi okur Gâvur Ali’yi garip bir mahlûk olarak da görebilir. Yine de belirtmekte fayda var: Gâvur Ali’nin Pomak olduğunu ifşa etmesi, kan ve toprak değil de, inanç ekseninde kimliğin örgülendiği fikrini akıllara getiriyor. Üstelik ümmetin Avrupa dillerinde karşılığı da yok. Ne bilelim, yoksa Pomak olduğunun belirtilmesiyle okurun anlaması istenen başka bir şey olabilir mi? Yazara sormak lâzım.
Yine Gâvur Ali’nin karalisteli bir haindir zannıyla tekmelediği soydaş bölümü, yazarın azınlıkiçi sorunları bütün yönleriyle hikâyede ele alma gayreti olarak yorumlanabilir. Azınlık insanının başına dert açan, Karaliste denen esrarlı yumağa bir tekme de Gâvur Ali’ye vurdurur yazar. Elinizdeki dergide Gâvur Ali’nin yazarı Onsunoğlu’nun “Rodoplu’nun söyleşisi ve yarım gerçekleri –ve yalnız onlar değil” başlıklı bir yazı dizisi var. Bu dizide Karaliste ile ilgili çok acı bir analiz yapılmış. Böylesi bir facianın bir tarafından her hâlde Gâvur Ali de tutmalıydı…
Gâvur Ali karakteri üzerinde başka tahliller yapmak da mümkün. Her özelliğini ayrı ayrı ele almak, tekrar tekrar bütün yönlerini incelemek. Ama gerçekle küçük yalanların iç içe olduğu hikâyenin kendisini, kaleme alınan eseri incelemezsek tahlil yarım kalacak.
Hikâyenin özellikle bir bölümü var ki, kullanılan ilginç üslup yüzünden ayrıca vurgulamak gerek: Yazarın, Gâvur Ali’yi papaz kılığına büründürdüğü ve Hristiyanlara vaaz verdirttiği bölüm.
İçerik açısından tamamen gerçek söylemler olmakla birlikte, üslup açısından alışılagelmiş papaz konuşması değildir Gâvur Ali’nin vaazı. Özellikle “Ey Cemaat-i Hıristiyanîn!” ifadesinin üzerinde durmak lâzım. Yazar, bu ifadeyle milliyetçiliğin nasıl din unsuru altında kullanıldığını vurguluyor. Çünkü hikâyenin devamında aynı ifadeyi Gâvur Ali’nin imam kılığına bürünerek yaptığı vaazında kullanıyor ve “Ey Cemaat-i Müslimîn!” diye seslendirerek iki vaazın ve vaizin benzerliklerini okurun gözüne sokuyor. Yazar ayrıca “Müslimîn” kelimesiyle uyumlu olması için “Hıristiyanîn” kelimesini türetmiş.
Hikâyenin geneli üzerinde söylenecek tek söz var: Tezatlar mahşeri. Bilerek seçilmiş bu uygulamada tabiat kanuna inat zıtlıklar birbiriyle tıpatıp örtüşmüş. Yunanın akıl almaz paranoyaklığı ile Türkün akıl almaz paranoyaklığı, karşılıklı saldırılar, tezat olmakla birlikte hikâyede tıpatıp örtüşüyor.
Hikâyenin bir yerinde aynı el tarafından yönetildiği açıkça gösterilen bir provokasyon deşifre edilmiş: Yazar, ha “Hristiyanların” kurduğu Trakya’yı Müdafaa Cemiyeti adlı gizli örgüt, ha “Müslümanların” kurduğu Türk Kurtuluş Ordusu, hiç fark etmez, birbirine zıt, tezat olan bu iki örgütü 29 Ocak pogromu çerçevesinde örtüştürmüş, Fatih ve Paleologos’un aynı kişi olduğunu vurgulayarak. Okurun farkına varıp varmayacağı kaygısını taşımamış yazar belki ama hikâyede fanatik milliyetçiler, tek ırk, tek kalp, tek insan formatına sokulmuş.
Yazar hakkında da edebî çerçevede söylenecek birkaç söz var elbet. Edebî eser, okurun hoşuna giden, ruha ve zekâya hitap eden sanat eseridir. Onsunoğlu’nun edebî eserleri, her edebiyatçıda karşılaştığımız gibi kişisel duygularıyla örülmüştür. Eserlerinde aşk, göç, sıkıntı, kadın, özgürlük, eşitlik, hak, adalet ve öğüt gibi konuların (kavramların) yanı sıra özellikle toplumsal (azınlıksal) ögeler alınıp işlenmiştir. Azınlığın gelenek ve görenekleri ile ilgili benzetmeler, bireyi ve toplumu derinden etkileyen azınlık sorunları ile ilgili tasvirler yer almıştır. Çoğu kez yaşadığı olaylardan alınma kesitlerle zenginleştirdiği eserlerinde çeşitli azınlık deyimlerinden, deyişlerinden hatta mecazlı anlatımlardan yararlanarak sanat yapmıştır. Eserlerinde sade bir dil kullanmaya özen göstermiş, Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalarla yüklü bir dil kullanmamıştır. Dil açısından eserlerinde yer yer Yunanca ve Fransızca sözcük ve deyimlere yer vermiştir. Düzyazı çalışmalarındaki devrik cümle kullanımı yazarın üslubuyla alâkalıdır. Şiirlerinde daha çok kuralcı bir Onsunoğlu karşımızda olsa bile duygularının terennümüdür şiirleri. Manzum eserlerini özellikle gençlik dönemlerinde yazmıştır. Nesir vadisindeki eserlerini ise çeşitli gruplandırmalarla adlandırabiliriz. Makalemizin konusu olan, Gâvur Ali karakteriyle birlikte ortaya koyduğu mizahî hikâye ve biçimi, daha önce mizah dergisi bile yayımlanmış azınlık edebiyat tarihi açısından bir ilktir. Her ne kadar yazım noktasında kuralcı bir kişiliği olsa bile, yazarın Gâvur Ali’nin maceralarının kimi yerlerinde daha serbest bir yazım şeklini tercih ettiğini söyleyebiliriz. Azınlığa has yöresel ağzı kullandığı eserleri ise bir başka gruplandırma altında toplanabilir. Son olarak, kitaplaşmamış bunca eseri bulunan yazarın mizahî bir yapıt ortaya koymak için pek zorlanmadığını da belirtmek gerek. Eldeki malzeme bu tür bir kurgu için yetmiş de artmış bile. Kısacası yazar, gerçeklerin kucağında sunduğu mizahî hikâyesiyle Batı Trakya tarihine damgasını vurmuştur.
Not: Onsunoğlu’nun “Türklüğün Büyük İntikamı” başlıklı mizahî hikâyesinin tahlili elbette bu kadar kısır ve güdük yapılmamalıdır. Geçen gün bürosunda ziyaret ettiğim İleri gazetesi sahibi Halil Haki, “Bana 1000 Evro verseler, gürültüden uzaklaşır, 1 ay analizini yapardım Pomak Ali’nin.” demişti. Bülten gazetesi sahibi Salim de geçenlerde, “Filmi yapılmalı Gâvur Ali’nin.” deyince, daha önce hazırladığım bu yazımın yayımlanması konusunda tereddüt ettim açıkçası.
Azınlıkça
Sayı:20
Mart 2006
0 yorum:
Yorum Gönder