Yerel seçimler geldi geçti, ardında tahlil bekleyen pek çok gariplikleri barındırarak. Uzun zamandır beklettiğimiz bir konuyu, daha doğrusu yeni bir kavram üzerinde kendi aramızda yaptığımız tartışmaları, seçimi de sebeplendirerek sizlere de sunma fırsatı yakalamış olduk. Şimdi tam zamanı. Bahsedeceğimiz kavramın veya tabunun üzerinde düşünülmesi, tartışılması gerektiğine inanıyoruz.
Karahasan’ın aday olacağını bilen ve karar veren tek kişi: Papandreu. Ve bir kavram.
Karahasan’ın adaylığı konusunda PASOK başkanı, azınlık içi veya azınlık üzerinde denetimi bulunan azınlık dışı hiçbir erk odağına danışmadı. Papandreu’nun tercih ettiği seçim bölgesi veya Karahasan’ın politik geçmişi veya siyasî tutumu önemli değil. Önemli olan azınlık tabuları noktasındaki yankıları.
Net bir şekilde ifade edilirse: Azınlık üyesi olan ve davranışlarını erk odaklarına sormayan, destur alma zorunluluğunu hissetmeyen genç bir nesil oluşmakta. Karahasan’ın erk odaklarına sormadan vali adayı olması bu noktadan oldukça ilgi çekici bir örnek. Gerçi Karahasan’ın hayatının önemli bir bölümünü Batı Trakya dışında geçirmiş olması üzerinde yorum yapmamız gereken bir başka konu. Fakat, her hâlükârda azınlığın siyasî, dinî, iktisadî ve geleneksel hayatını bilmeden yola çıkan Karahasan örneğinde olduğu gibi, bu genç nesil tâlip olduğu işin sonunda ister istemez azınlık bilincine yönelmekte. Azınlık bilinci bir şuur meselesi olarak algılansa bile, toplumun beklentileri karşısında bu yeni nesilden çıkan veya çıkacak olan kişiler azınlık bilincine yönelmek zorundalar.
Burada Karahasan’ın adaylığından yola çıkarak esas konumuza odaklanalım. Ve diyelim ki, belirli bir dönem sonra, sonuçta azınlık bilincine sahip olanlar iki ayrı kutupta mevzîlenebilir. Kutupları belirginleştirecek olanların ise azınlık ırkçıları olacağı iddia edilebilir. Azınlık ırkçılarının, etnik kimlik ırkçıları ile ciddi oranda farklılıklar taşıyacağı söylenebilir. Üstelik, azınlık bilincine Türk kimliği ile katılanlar dışında aynı bilince katılan bu yeni azınlık ırkçılığı bütün etnik kimliklerin üzerinde bir yere oturabilir. Zaten önemli olan nokta da bu. Irkçılığın etnik köken üzerinden yapıldığı, hatta kelime olarak bütün olumsuzlukları barındırdığı düşüncesi düşünülse bile azınlık bilincine dönüşen şuur, sonunda bizlere yeni bir terminolojik kavram hediye edebilir: Azınlık şuuruyla doğru orantılı gelişen bir Azınlık Irkçılığı.
Yunan medyasının tahrikine karşı bile gerek sözlü gerekse yazılı beyanlarında asla Türk olduğunu belirtmeyen Karahasan’a Azınlığın genelinin sahip çıkmasının altında gerçekte azınlık ırkçılığı yatmakta. Etnik kimliği konusuna değinmese bile Karahasan neticede azınlığın bir parçası ve azınlık Karahasan’ı azınlık bilinci çerçevesinde sahiplendi.
Azınlık ırkçılığına örnek
Azınlık ırkçılığının nerede karşımıza çıkabileceğinin daha iyi anlaşılabilmesi için bir örnekle yola çıkabiliriz. Uluslararası literatürde Latince “Rebus sic stantibus” olarak adlandırılan, Türkçe’ye “koşullar değiştiği taktirde” olarak çevrilen bu uluslararası hukuk ilkesine göre antlaşmanın yapılışı sırasında var olan ve antlaşmayı etkileyen koşullarda değişiklik olması hâlinde taraflar bu antlaşmaya son verme ya da uygulamayı durdurma hakkına sahiptir. Meselâ diyelim ki, en önemli azınlık sorunlarından olan azınlık eğitimi hakkında Yunanistan ile Türkiye yeni bir anlaşma yaptılar ve bu yeni anlaşma çerçevesinde azınlık okulları kapatılacak ve bundan böyle Batı Trakya Türk Azınlığı devlet okullarında eğitim görecek. Devlet okullarına Türkiye’nin hazırladığı Türkçe ve azınlık çocukları için hazırlanmış çeşitli seçmeli dersler konacakt. (Aynısı İstanbul Rumları için geçerli)
Burada Türk bilincine sahip ve Türk ırkçısı olan azınlık mensupları ilginç bir ikilemle karşılaşacaktır. Okulların kapatılması kararını alan iki devletten biri olan Türkiye’nin, yani Ana Vatan olarak gördükleri ve çizgisinden çıkmadıkları Türkiye’nin politikasına uymak veya alınan karara, dolayısıyla Türkiye’ye karşı çıkmak. Büyük bir olasılıkla bahse konu grup Türkiye’nin kararına uyacaktır. Aynı örneği müftülük sorunu, şeriat sorunu, vakıflar sorunu veya dernekler sorunu için de verebiliriz. Müftülük konusunda Yunanistan ve Türkiye’nin ortak kararına azınlıktaki etnik kimlik kaynaklı Türk ırkçıları harfiyen uyacaklardır. Bugün “halkın katılımıyla seçim olsun” diyen tayfa bir günde karar değiştirecek ve “Türkiye onayladıysa seçim olmasa da olur” diyecektir.
Oysa azınlık ırkçıları için cevap farklıdır. Azınlık ırkçıları, etnik ırkçılılarda olduğunun aksine, hâmi devletin veya Yunanistan’ın azınlık içişlerine müdahalesinde azınlığa yansıyan etkinin olumlu mu, yoksa olumsuz mu olduğunu değerlendirecektir. Ve Azınlığın sahip olduğu herhangi bir haktan feragatta bulunulmasını asla kabul etmeyecektir. Hobbes’dan bu yana azınlık haklarının bireysel hak olduğunun bilincinde olan azınlık ırkçısı, azınlığın kolektif olarak kullandığı halde gruba değil de bireye verilen haklarını sonuna kadar muhafaza etme eğilimi gösterecektir. Dolayısıyla “Bir bireyin hakkından o bireyin mensubu olduğu azınlığın temsilcisi veya hâmisi feragat edemez!” diyecek ve özellikle de bu hak uluslararası bir antlaşmayla getirilmişse, kullanımı demode olsa bile hakkından feragât etmek istemeyecektir, hatta tek kişi kalsa bile. Hem değil mi ki hepsi bizim, bu kararlılığını sadece Celal Bayar için değil, Medrese için de, hatta ve hatta müftülük için de gösterecektir.
Yine şeriat hükümleri ile ilgili Yunanistan’ın Türkiye’yi örnek alarak evlenme ve aile hukuku konusunda azınlığın sahip olduğu hakkı resmî olarak tamamen elinden almak istediği varsayımında da aynı durum söz konusudur. Türk ırkçılığı Ana Vatanı örnek alarak şeriat düzeninin kaldırılmasında bir çekince görmezken, (Ne ilginçtir ki, ilahiyat kökenlilerin örgütlediği VİH bile kendi inançlarına inat medresenin kapatılmasını zamanında talep etmiştir.) talebi azınlık ırkçılığı velev şeriat yasalarını uygulamasa bile bu haktan feragatta bulunmayı azınlık bilincine hainlik olarak addedecektir.
Irkçılık en basit anlamda ağır kaçan bir beyan olabilir. Fakat unutmamak lâzım: Azınlık bilinci örneklerde görüldüğü üzere “ırkçılığa” yakın refleksler verebilmektedir. Bir farkla ki, azınlık ırkçılığının hâmisi devletler yerine ancak dünyadaki bir başka azınlık olabilir. Zaten azınlık şuuruna sahip bir bireyin çoğunluk içerisinde kendini muhafaza edebilmesinin yegane nedeni: Sahip olduğu azınlık ırkçılığıdır. Bu yüzden de azınlık olan her gruba sempatiyle bakmakta, ezildiğini gördüğü diğer azınlıklara yakınlık duymaktadır. Dolayısıyla sahip olduğu azınlık bilinci veya şuuru ölçüsünde azınlık ırkçıları karşımıza çıkacaktır. Irkçılık söyleminden rahatsız olan etnik ırkçılar veya ırkçılık kelimesine baştan alerjisi olan antiırkçılar bu ifadeyi azınlıklara tanınması gereken pozitif haklardan biri olarak değerlendirebilirler. Karahasan’la beraber karşımıza çıkan bu yeni kavram önümüzdeki yıllarda daha fazla gündemimizi meşgul edecek. Ve kabul edelim veya kabul etmeyelim, farkına varmadan azınlık ırkçılığına kaydığımız âşikâr. Mazisi olmayan (!) azınlık ırkçılığının istikbali meçhul bırakılmamalı. Reçetesi olanlar bu kavram hakkındaki görüşlerini açıklamalı.
Azınlıkça Dergisi
Sayı 24
Ekim 2006
Karahasan’ın aday olacağını bilen ve karar veren tek kişi: Papandreu. Ve bir kavram.
Karahasan’ın adaylığı konusunda PASOK başkanı, azınlık içi veya azınlık üzerinde denetimi bulunan azınlık dışı hiçbir erk odağına danışmadı. Papandreu’nun tercih ettiği seçim bölgesi veya Karahasan’ın politik geçmişi veya siyasî tutumu önemli değil. Önemli olan azınlık tabuları noktasındaki yankıları.
Net bir şekilde ifade edilirse: Azınlık üyesi olan ve davranışlarını erk odaklarına sormayan, destur alma zorunluluğunu hissetmeyen genç bir nesil oluşmakta. Karahasan’ın erk odaklarına sormadan vali adayı olması bu noktadan oldukça ilgi çekici bir örnek. Gerçi Karahasan’ın hayatının önemli bir bölümünü Batı Trakya dışında geçirmiş olması üzerinde yorum yapmamız gereken bir başka konu. Fakat, her hâlükârda azınlığın siyasî, dinî, iktisadî ve geleneksel hayatını bilmeden yola çıkan Karahasan örneğinde olduğu gibi, bu genç nesil tâlip olduğu işin sonunda ister istemez azınlık bilincine yönelmekte. Azınlık bilinci bir şuur meselesi olarak algılansa bile, toplumun beklentileri karşısında bu yeni nesilden çıkan veya çıkacak olan kişiler azınlık bilincine yönelmek zorundalar.
Burada Karahasan’ın adaylığından yola çıkarak esas konumuza odaklanalım. Ve diyelim ki, belirli bir dönem sonra, sonuçta azınlık bilincine sahip olanlar iki ayrı kutupta mevzîlenebilir. Kutupları belirginleştirecek olanların ise azınlık ırkçıları olacağı iddia edilebilir. Azınlık ırkçılarının, etnik kimlik ırkçıları ile ciddi oranda farklılıklar taşıyacağı söylenebilir. Üstelik, azınlık bilincine Türk kimliği ile katılanlar dışında aynı bilince katılan bu yeni azınlık ırkçılığı bütün etnik kimliklerin üzerinde bir yere oturabilir. Zaten önemli olan nokta da bu. Irkçılığın etnik köken üzerinden yapıldığı, hatta kelime olarak bütün olumsuzlukları barındırdığı düşüncesi düşünülse bile azınlık bilincine dönüşen şuur, sonunda bizlere yeni bir terminolojik kavram hediye edebilir: Azınlık şuuruyla doğru orantılı gelişen bir Azınlık Irkçılığı.
Yunan medyasının tahrikine karşı bile gerek sözlü gerekse yazılı beyanlarında asla Türk olduğunu belirtmeyen Karahasan’a Azınlığın genelinin sahip çıkmasının altında gerçekte azınlık ırkçılığı yatmakta. Etnik kimliği konusuna değinmese bile Karahasan neticede azınlığın bir parçası ve azınlık Karahasan’ı azınlık bilinci çerçevesinde sahiplendi.
Azınlık ırkçılığına örnek
Azınlık ırkçılığının nerede karşımıza çıkabileceğinin daha iyi anlaşılabilmesi için bir örnekle yola çıkabiliriz. Uluslararası literatürde Latince “Rebus sic stantibus” olarak adlandırılan, Türkçe’ye “koşullar değiştiği taktirde” olarak çevrilen bu uluslararası hukuk ilkesine göre antlaşmanın yapılışı sırasında var olan ve antlaşmayı etkileyen koşullarda değişiklik olması hâlinde taraflar bu antlaşmaya son verme ya da uygulamayı durdurma hakkına sahiptir. Meselâ diyelim ki, en önemli azınlık sorunlarından olan azınlık eğitimi hakkında Yunanistan ile Türkiye yeni bir anlaşma yaptılar ve bu yeni anlaşma çerçevesinde azınlık okulları kapatılacak ve bundan böyle Batı Trakya Türk Azınlığı devlet okullarında eğitim görecek. Devlet okullarına Türkiye’nin hazırladığı Türkçe ve azınlık çocukları için hazırlanmış çeşitli seçmeli dersler konacakt. (Aynısı İstanbul Rumları için geçerli)
Burada Türk bilincine sahip ve Türk ırkçısı olan azınlık mensupları ilginç bir ikilemle karşılaşacaktır. Okulların kapatılması kararını alan iki devletten biri olan Türkiye’nin, yani Ana Vatan olarak gördükleri ve çizgisinden çıkmadıkları Türkiye’nin politikasına uymak veya alınan karara, dolayısıyla Türkiye’ye karşı çıkmak. Büyük bir olasılıkla bahse konu grup Türkiye’nin kararına uyacaktır. Aynı örneği müftülük sorunu, şeriat sorunu, vakıflar sorunu veya dernekler sorunu için de verebiliriz. Müftülük konusunda Yunanistan ve Türkiye’nin ortak kararına azınlıktaki etnik kimlik kaynaklı Türk ırkçıları harfiyen uyacaklardır. Bugün “halkın katılımıyla seçim olsun” diyen tayfa bir günde karar değiştirecek ve “Türkiye onayladıysa seçim olmasa da olur” diyecektir.
Oysa azınlık ırkçıları için cevap farklıdır. Azınlık ırkçıları, etnik ırkçılılarda olduğunun aksine, hâmi devletin veya Yunanistan’ın azınlık içişlerine müdahalesinde azınlığa yansıyan etkinin olumlu mu, yoksa olumsuz mu olduğunu değerlendirecektir. Ve Azınlığın sahip olduğu herhangi bir haktan feragatta bulunulmasını asla kabul etmeyecektir. Hobbes’dan bu yana azınlık haklarının bireysel hak olduğunun bilincinde olan azınlık ırkçısı, azınlığın kolektif olarak kullandığı halde gruba değil de bireye verilen haklarını sonuna kadar muhafaza etme eğilimi gösterecektir. Dolayısıyla “Bir bireyin hakkından o bireyin mensubu olduğu azınlığın temsilcisi veya hâmisi feragat edemez!” diyecek ve özellikle de bu hak uluslararası bir antlaşmayla getirilmişse, kullanımı demode olsa bile hakkından feragât etmek istemeyecektir, hatta tek kişi kalsa bile. Hem değil mi ki hepsi bizim, bu kararlılığını sadece Celal Bayar için değil, Medrese için de, hatta ve hatta müftülük için de gösterecektir.
Yine şeriat hükümleri ile ilgili Yunanistan’ın Türkiye’yi örnek alarak evlenme ve aile hukuku konusunda azınlığın sahip olduğu hakkı resmî olarak tamamen elinden almak istediği varsayımında da aynı durum söz konusudur. Türk ırkçılığı Ana Vatanı örnek alarak şeriat düzeninin kaldırılmasında bir çekince görmezken, (Ne ilginçtir ki, ilahiyat kökenlilerin örgütlediği VİH bile kendi inançlarına inat medresenin kapatılmasını zamanında talep etmiştir.) talebi azınlık ırkçılığı velev şeriat yasalarını uygulamasa bile bu haktan feragatta bulunmayı azınlık bilincine hainlik olarak addedecektir.
Irkçılık en basit anlamda ağır kaçan bir beyan olabilir. Fakat unutmamak lâzım: Azınlık bilinci örneklerde görüldüğü üzere “ırkçılığa” yakın refleksler verebilmektedir. Bir farkla ki, azınlık ırkçılığının hâmisi devletler yerine ancak dünyadaki bir başka azınlık olabilir. Zaten azınlık şuuruna sahip bir bireyin çoğunluk içerisinde kendini muhafaza edebilmesinin yegane nedeni: Sahip olduğu azınlık ırkçılığıdır. Bu yüzden de azınlık olan her gruba sempatiyle bakmakta, ezildiğini gördüğü diğer azınlıklara yakınlık duymaktadır. Dolayısıyla sahip olduğu azınlık bilinci veya şuuru ölçüsünde azınlık ırkçıları karşımıza çıkacaktır. Irkçılık söyleminden rahatsız olan etnik ırkçılar veya ırkçılık kelimesine baştan alerjisi olan antiırkçılar bu ifadeyi azınlıklara tanınması gereken pozitif haklardan biri olarak değerlendirebilirler. Karahasan’la beraber karşımıza çıkan bu yeni kavram önümüzdeki yıllarda daha fazla gündemimizi meşgul edecek. Ve kabul edelim veya kabul etmeyelim, farkına varmadan azınlık ırkçılığına kaydığımız âşikâr. Mazisi olmayan (!) azınlık ırkçılığının istikbali meçhul bırakılmamalı. Reçetesi olanlar bu kavram hakkındaki görüşlerini açıklamalı.
Azınlıkça Dergisi
Sayı 24
Ekim 2006
0 yorum:
Yorum Gönder