Muştumuz var, gel dediler


AZINLIKÇA



Üç melek gördüm düşümde,
Durdular yanı başımda,
Muştumuz var gel dediler…
Dede Korkut.


Sabah saat 5 suları. Evin telefonu çaldığında ben zaten uyanıktım.
Bu saatte kim arar ki?
Babammış. Dedemin vefatını haber vermek için aramış. Meğerse, “Muştumuz var, gel!” demişler dedeme…
Babam üzgün bir ses tonuyla “Anneni ara, başsağlığı dile” dedi. Olur, dedim. Olur…
Annemi aradığımda dedemin evindeymiş. “Babam haber verdi şimdi. Muştumuz var, gel demişler dedeme… Başın sağolsun anne. Allah rahmet eylesin ”den öte bir şey demedim, diyemedim anacığıma…
Son kez dedemle bir araya gelmemiz vefatından 2 ay önce olsa gerek. Hatırlıyorum, anneannem rahatsızdı o zamanlar. Hastanede yatıyordu. Dedemse elbet merak ediyordu hasta eşinin durumunu. Yaş yetmişi geçince eşler daha bir bağlı oluyor birbirine…
Anacığıma kuru bir tâziyenin ötesinde bir şey diyemedim telefonda işte. Diyecek bir şey bulamadım. Çok ani miydi dedemin ölümü? Değildi. Daha yirmi gün önce Burhan söylemişti umut bağlamasınlar diye. Ne kadar olsa da, insan umut bağlıyor hayata. Dedesinin öleceğini düşünemiyor… Muştumuz var gel diyeceklerini fark edemiyor…
Gözyaşı ne renktir? Çekilen acıyla orantılı gözyaşının rengi değişir mi? Çok acı çekenler ağladıklarında kan mı akar gözlerinden?
Ağlayan gözlerin kan çanağına döndüğünü bilirim ben, ama gözden süzülen damlaların rengine hiç bakmadım ki!...
Mutuş Muncunos’tu benim dedem. Sünnetçiköy’dendi. Çıtaktı…Anacığımın dediğine göre acı çekmeden gözlerini kapamış. “Muştumuz var, gel!” dediklerinde, yüzünde tatlı bir gülümseme varmış… Cenazesine gidemedim…
*
Anneannem kırk kilo çekerdi benim. Bakkal terazisine koy da tart, o kadar sıska yani.
Çekerdi diyorum, çünkü anneannem de yok artık benim… Ona da, “Muştumuz var, gel!” demişler…
Dedemsiz hayat anneanneme zor geldi. Çok bekletmedi eşini. Daha dedemin bedeni toprağa karışmadan, anneannem de gitti işte. Onun da vefat haberini telefondan aldım..
Rahatsızlanmış aniden. Doktorlar tetkik sonrası acil ameliyat demişler. Ameliyat çıkışı dayanamamış yorgun vücudu… Öteye, öbür âleme doğru yolculuğu başlamış…
Sağırdı benim anneannem. Ağız okuyarak anlardı bizleri. Patlıcan turşusunu çok severdik anneannemin. Her geldiğimizde bizim için yaptığı turşusunu önümüze koyar, biz yedikçe mutlu olurdu.
Anneannemi bir başka severdim nedense. Yarım yamalak bildiği üç beş sûreyle namazını kılardı. Hiç kaçırmazdı namazını. Hafızamda en net şekliyle sobanın kenarına çöküp derin düşüncelere daldığı an kalmış. Sobanın yanında sessizce oturup gözlerini yere dikerdi. Kimbilir aklından neler geçirirdi o an…
Gülümsemesini, elini öptükten sonra bana sıkı sıkı sarılmasını özledim anneannemin… Pamuk anneannemin…
Rabia Muncunos’tu benim anneannem. Pomaktı. Anacığımın dediğine göre açı çekmeden gözlerini kapamış. “Muştumuz var, gel!” dediklerinde, onun da yüzünde tatlı bir gülümseme varmış… Ve ben, onun da cenazesine gidemedim…
Acı paylaşınca azalırmış. Senle paylaşmak istedim acımı. Hatırladıkça, cenazelerine gidemedim diye canım sıkılıyor, kendime kızıyorum…
Hani diyor ya Karacoğlan,
Bilemedim ana baba kıymetin,
Arkamızda karlıca bir dağ imiş…
İşte öyle bir şey

Azınlıkça Dergisi
Mart 2007
Sayı 28

0 yorum:


Free Blogspot Templates by Isnaini Dot Com and Supercar Pictures. Powered by Blogger